İnsanların yaratılırken birbirine muhtaç olarak yaratılmaları sosyalliği ve medeniyetleri de beraberinde getirmiştir. Yeryüzünde medeni ve çağdaş olarak yaşamak için çalışmak gerekmektedir. İstisnasız her işte çeşitli merhaleler bulunmaktadır.

                Ekmeği ele alalım. Hayatımızda, beslenmemizde ve kültürümüzdeki yeri olmakla beraber, diğerler arasında pek o kadar da yer bulamaz. Ekmek için buğday gerekir. Buğday için tarla, tarlada ekim dikim gerekir. Tarlanın bakımının yanında korunması ve ait olma durumu gerekir.

                Ekmek için ikinci merhalede; Ekip-dikmek, tarlayı sürmek, biçmek, taşımak ayrıca emekler ve donanım ister. Buğdayın un haline getirilmesi de başka emekler ve ekipmanlar istemektedir. Un fabrikasından alınan buğday unu fırınlara gider ve ekmek olur. Durum bununla da kalmaz. Zira ekmekler satılmak üzere servislere verilir. Tüm bu emekler ayrı ayrı kişiler tarafından yapılır. Ekipmanların imali de sanayi ve atölyeler gerektirir. Buradaki her makine, her aletin imalini de buğdayın imali gibi düşünmek gerekir. Dikkat ettiysek yukardaki üretim merhalesindeki her iş başlı başına bir meslektir.  İşte bu yüzden insanlar birbirine muhtaçtır. Uçağı, gemiyi, şehirleri ve devletleri siz düşünün.

                İnsanlar da fonksiyonel ve kalabalıktır. Medeniyetin gelişmesiyle, işlerin çeşitlenmesi ve uzmanlaşmalar medeniyetlere ivme kazandırmıştır. Teknoloji ve ekonomik açıdan devletler ve uluslar yarış halindedir. Tökezleyen, kalkınmada yanlış hesaplar yapan devletlerin gerilere düşeceğini unutmamak gerekmektedir.  Toplumsal kalkınmanın önündeki en büyük engel de toplumsal atalet dediğimiz olumsuzluktur. Günümüzde bakıyoruz. İşsizlik olduğu kadar da iş gücü arayanlar olduğunu görüyoruz. Bu yüzden işsizlik denkleminde yanlışların olduğu ilk bakışta göze çarpmaktadır.

                Branşlaşma yok denecek kadar az. Çocuklarımızı atalarımızın yetiştirdiği gibi pişkin yetiştiremiyoruz. Dolayısı ile pek çoğuna iş beğendiremiyoruz. Tabii ki çocuklarımızı öz güvenle yetiştirmemiz elzemdir. Lâkin bunu da içi dolu olması lazımdır.

                Kapitalizmin hâkim olduğu günleri yaşıyoruz. Bu yüzden çalışanlara insanca yaşayacağı ücretler ödenmiyor. Maliyet hesaplarında daha çok kar göz önünde tutulduğu için toplumsal kitleler arasında uçurum her geçen gün daha da derinleşmektedir. Ekmek aslanın ağzında iken, emek arzı, sosyal yapı şartları bu durumdayken Pek çok işveren; “ Şartlarım bu! İster çalış, ister çık… Ben yine de pek çok işçi bula bilirim.” Demeye getiriyorlar.

                Durum böyleyken baştan İran’dan gelenler bu problemin artısı olmuştur.  Bu yetmedi, Suriye’den gelenler, Afganistan dan gelenler işsizlik probleminin adeta çarpısı oldu. İşi bilen, bilmeyen piyasaları doldurdu. Zaten işsizlik vardı. Şimdi ne olacak? Efendim olacağı zaten yaşıyoruz.

                Tüm bunlar yetmiyormuş gibi dolarla ilgili global bir sıkıntı çıktı. Zaten terörle uğraşıyoruz. Birçok evladımızı verdik. Enerjimizi ve geleceğimizi teröre harcadık. Bizim zaten tuzumuz kuru değildi ki… Birde ayrıca Suriye ve Irak’ta devamlı hareket, devamlı teyakkuz halinde olmamız kalkınmada, insanlarımızın refahında harcayacağımız enerjilerimizi de eritmektedir.

                İşte böyle günlerde iş bulmak, aile geçindirmek gerçekten de babayiğitlik ister.  Bir meslek buluyorsun. Meslekte yetişene kadar o meslek önemini yitiriyor. İyi bir iş bulmak için gidip o bölümlerde okuyorsun, sen mezun olana kadar o meslekte işe alınacaklar alınmış oluyor. Sen se sadece okumuş işsiz oluyorsun.

                Sigortanı, özlük haklarını aramaya çalışıyorsun, devlet uzlaşma çıkarıyor. Ha aklın varsa uzlaşırsın. İşverenin seni biraz ısırmasına müsaade edeceksin. Zira başka çarende yok. Ya değilse mahkeme harçları, imza sirkülerine giden paralar, bilirkişiler, geçen zamanlar, geçen zamanlar, çoluğuna çocuğuna harcayacağın paralar… Mahkemeler üç yılı geçtikten sonra umudunda kalmıyor, adeta ışığın sönüyor. Patronlar zengin olmaya devam ediyorlar.

                Ülkemizde asgari ücret ve onun altında çalışanlar ezilirken zenginlerimizde artıyor. Televizyon reklamlarında astronomik fiyatlara satılan daire ve siteleri seyredip duruyoruz. Sendikalarda kumda patinaj yapan arabalar gibi uğraşıp duruyor. Her şeyi aşan işverenler; Sigorta primlerinde ya da ufacık bir maaş artışında tıkanıp kalıyorlar.

                Denklem bu, işçinin evinde neler yaşanıyor. Asgari ücretli ve onun altında çalışanlar hayata bakış açıları nelerdir? Bilinmez ama iş arayanların psikolojileri her geçen gün bozulmaktadır. Çalışanın psikolojisinin bozulması ailesine yansıması gayet doğaldır. Bu yüzden sorunlu aileler her geçen gün artmaktadır. Kurumsallaşmış iş yerlerini tenzih ederim ama piyasada çalışan asgari ücretli işçiler sekiz saatten fazla çalıştırılmaları, dinlenme vaktini, ailesiyle ve çocuklarıyla geçireceği zamanı da sekteye uğratmaktadır. Bunun sonucu olarak yorgunluk iş verimini düşürmektedir. Günümüzün yaşam şartları, çalışanın kendine özel sıkıntıları da bunun üzerine binince çalışan sadece hayatta ve ayakta kalabilmek, sadece o günü geçirmekten öteye gidemiyor.

                Birde toplumumuzda bu düzenin bile hayalini kuran insanlarımız işsiz kalmanın acılarını yaşıyorlar. Torpil hayatın her yerinde olduğunu zaten insana hissettiriyor.

                Toplumumuz yapısı gereği aile içi yardımlaşma burada gündeme geliyor. Aile büyükleri ellerinden geldiği kadar yakınlarına yardım etmeye çalışıyorlar.

                Hani bir atasözü vardır; “Yokluk kavga getirir.” Der. Boşanmaların arttığı günümüzde işsizlikten dolayı parçalanan ailelerin oranını da bilmemizde fayda olacağına inanmaktayım.

                Televizyonlardaki dizilerde devamlı zenginlerin yaşam kesitlerinden bahsetmektedir. Çeşitli ahlak erozyonlarını normalmiş gibi göstermeleri toplumumuzun kültür temeline adeta dinamit yerleştirmektedir. Yetişmekte olan çocuklarımız, gençlerimiz buradaki dizi kahramanlarını idol olarak seçme olasılığına üzerinde dikkat çekmek isterim. Bu durum çok olumsuz sonuçlara neden olabilmektedir.

                Oysa topluma fayda sağlayacak, insanlara bir şeyler öğretebilecek biyografiler, köy ve şehir hayatında yapılan fazilet mücadelelerini ele ala bilen, başarı hikâyeleri gibi yüzlerce binlerce mevzuu varken; yalanlar, hileler, aile içi olması mümkün olmayan olaylar, dövüş kavga, yaşı büyük kız çocuklarının lise öğrencisi rollerinde dizi yada film çektirmeleri gösterilip durmaktadır.

                İşsizlik başlı başına kombine bir problem olduğu için bunların çevrelerini ve mütemmim cüzlerini de incelemede fayda vardır. İşsizi olmayan bir devlet refah içinde demektir. Suçları ve suçluları az demektir. Eğitimin en güzel bir şekilde uygulanması demektir. Aile saadeti demektir. Bu nedenlerden dolayı televizyonlardaki film ve diziler, sokakların, şehirlerin sosyal amaçlara uygun olup olmadığı da önemlidir. Ya değilse buğday örneğinde olduğu gibi bir ekmeğin eve gelmesinde kaç kişi iş bulacaktır. Hayat ve teknoloji sadece ekmekle sınırlı olmadığı için işsizlik kalkınma enerjisini kullanmadığımız anlamına da gelmiyor mu? Ya değilse yüzlerce iş kolunda binlerce işçiye zaten ihtiyaç vardır. Önemli olan branşlaşmanın yapılması, alt yapının hazırlanmasıdır diye düşünüyorum.

                İşçi-işveren ilişkilerini ve bunların sosyal hayata etkilerini birde tarihi süreç içinde incelememizde fayda vardır diye düşünüyorum.  Firavunların o piramitlerinde çalışan köleleri işçi sayalım mı? Bilmiyorum fakat o piramitler bedava işçiliğin sırtından yükseldiğini kabul etmemiz gerekmektedir. Yükselen o piramitlerin insanlığın eserimi yoksa kölelerin esaretimi olduğuna varın siz karar verin. Tarih öncesi günlerde insanlar tiranlara hizmet ediyordu. Savaşlar çıkıyor yenilirse köle yenerse efendi oluyordu. Dünya günümüzdeki gibi yine bölüşülmüştü.

                Tarihte köle ticaretinin başlamasıyla kapitalizm gelişmiştir. Onun uşaklığını yapan emperyalistler dünyaya çok zararlar vermişti. Sosyal konjonktürler (Siyasal ve sosyal olgular )doğuyor, büyüyor, yaşlanıyor ve tarih sahnesinden silinip gidiyor. Günümüzde firavun kalmadı, köle tacirleri ve kölelikte bitmiştir. Bu bitişi kapitalistler kendi lehlerine çevirmeyi bildiler. Sanayi devrimi ve süreci içerisinde bu seferde ucuz işçiliğin sırtından yükselmeye devam etmiştir.

                Çaresiz olan kitleler iş buluruz ümidi ile sanayi merkezlerine toplanmaya başlaması köyden kente göçü tetiklemiştir. Kapitalistler bu arada boş durmamış ve çeşitli savaşlar çıkararak daha çok kazanç elde etme yollarına gitmişlerdir. Yetmemiş iki dünya savaşı bile çıkartıp birine bizi de bulaştırmışlardır. Zira Osmanlının toprağında sömürecek petrolleri bulmuşlardır. İngilizler başta Hindistan olmak üzere birçok ülkeyi hegemonyaları altına almaları hem o ülkelerin doğal zenginliklerinin sömürülmesinin yanında ucuz işçilik ve yeni pazarlar elde etmişlerdir. Ülkelerin birbirine karşı kışkırtılmasıyla birçok silah sata bilme imkânına da kavuşmuşlardır.

                İşçi göçlerinden Türkiye’de nasibi almış 1950-60’lı yıllardan başlamak üzere Avrupa’ya özellikle de Almanya’ya birçok işçi göndermişiz. Geçen 50-60 yıl içinde birçok vatandaşımızın ikinci vatanı olmuş ve en az 3., 4. Nesiller Almanya’da dünyaya gelmişlerdir.

                Kurulacak iş ve yapılacak projeler konusunda güven ve yağrınlar gerçekten önemlidir. 1990’lı yıllarda Ankara tavşanı furyası başlamıştı. Civarımızda birçok insanımız bunlar için emek verdiler, sermaye harcadılar. Sonuç kos koca bir hiç oldu. Zira yünleri alan kişi bulunmadı. Dünyada bu işin kaymağını Çinliler yemektedir. Dünyanın her yerine ihracatta bulunmaktadırlar. Aslında bu örnekleri de çoğalta biliriz.

                Bütün sular enginlere doğru koşar. O enginler adalettir. Zira adalet mülkün temelidir. Adalet aynı zamanda; Bilgiyi, refahı, liyakati, mutluluğu ve kalkınmayı da beraberinde getirmektedir. Adalet aynı zamanda toplum barışında en büyük argümandır. Tarihte yükselen medeniyetlerde hep onu görürüz. Sevgili Peygamberimizin öğretilerinde de insan sevgisi ve adalet en önlerde yer almıştır. Hep demez miyiz? Hazreti Ömer Adaleti diye…

                Sağlıcakla kalın ve adil olun.