ÇANAKKALE BOĞAZINA, GELİBOLU TOPRAĞINA, SAKARYA BOYLARINA BİZ BİR DARÜLFÜNUN GÖMDÜK
Şu Boğaz Harbi nedir, var mı ki, dünyada eşi
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvam-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi...Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklim, cihanın duruyor karşısında
Ostralya'yla beraber, bakıyorsun Kanada !
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk.
Sade bir hadise var ortada : Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela...
Hani ta'una da zuldür bu rezil istila ( 1 )
1915 ( 1331 ) Darülfünun Tıp Fakültesi...Müderrisler ders verirken dalgınlaşıyorlar. Hekim namzetleri gergin. Kulakları Marmara'yı Akdeniz'e bağlayan diger Boğaz'da...Sanki uğultular olmasa top sesleri duyulacak, gürültüler kesilse hücuma geçen Anadolu, Evlad-ı Fatihan çocuklarının süngü şakırtıları duyulacak.
Haberler geliyor. Yaralı erat, tedavi için İstanbul'a getiriliyor. Kolu kopmuş, bacağı gitmiş, yüzü sargılı gaziler...İstanbul, Balkan Harpleri sırasında da çok görmüştü o manzaraları. Şimdi savaş, derinden daha dehşetli hissediliyor. Gazete haberleri de halk arasında korku ve endişeyi arttırıyor. Harbiye Nazırı Enver Paşa, Boğaz'ı savunma görevini Alman mareşallerine vermiş. Kaymakam rütbeli bir Türk subayı, Mustafa Kemal Bey, Enver Paşa'nın, mareşallerin, generallerin buyruklarına karşı koyuyor. Bazı gazeteler, ondan Boğaz Kahramanı, İstanbul'u işgalden kurtaracak genç Türk zabiti olarak söz ediyorlar.
Tabib namzetlerinden bir genç, derste, müderrisin olmamasından yararlanarak konuşmağa başlıyor.
'' Tabib namzedi arkadaşlarım, lutfen beni dinleyiniz. Marmara' nın ilerisindeki Boğaz'da müthiş bir boğazlaşma var. Düşman tüm zırhlılarıyla, dretnotlarıyla saldırıyor, eğer muvaffak olursa İstanbul müttefiklerin işgaline girecektir. Biz burada böyle oturup ders dinleyerek zaman geçiremeyiz. Var mısınız, gönüllü yazılalım; Gelibolu Yarımadasında düşmana karşı direnelim. Harpçi olarak silaha sarılalım, tababet bilgimizle yaralanan kardeşlerimizin akan kanını durdurup yaralarını saralım. Elbette şehit olmak da var. Yok eğer, gazi olarak dönersek, derslerimizi ikmal eder tabib oluruz. ''
Gençler heyecanla ayağa kalkıyorlar. Kucaklaşıyorlar gözyaşlarıyla. Sonra gidip Harbiye Nezareti'ne, gönüllü yazılıyorlar.
1915 yılında, Darülfünun Tıp Fakültesi tek bir mezun vermiyor. Çünkü, Boğaz Harbi'ne giren talebelerin hiçbiri geri dönmüyor; hepsi şehid oluyor.
....................
Şüheda gövdesi bir baksana , dağlar, taşlar...
O rüku olmasa , dünyada eğilmez başlar.
Vurulmuş ttertemiz alnından, uzanmış yatıyor.
Bir hilal uğruna ya Rab, ne güneşler batıyor.
Ey bu topraaklar için toprağa düşmüş asker !
Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı, değer.
Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid'i...
Bedr'in arslanları ancak bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın
''Gömelim gel seni tarihe '' desem, sığmazsın. (2)
................................
Çal borazancıbaşı çal borazanı
Kafkasya'dan, Galiçya'dan, Yemen'den
Toplansınlar ne yiğitler kalmışsa.
Topla birbirine çat Osman Çavuş
Kurtarılmış yenik, yılgın cephelerden
Kaçırılmış ne tüfekler kalmışsa
Çağır gelmeye hazır kumandan bey
Gençlikleri toz duman hey, ateş barut
Gelsinler ne zabitler kalmışsa. ( 3 )
Kayseri Sultanisi'nin son sınıf öğrencileri...Daha bıyıkları yeni terlemiş, çiğdem gibi çocuklar. Delikanlı adayları. Kanları deli deli akıyor...
Gazete haberlerini okuyan talebeler heyecanlı. Düşman Polatlı-Ankara hattında ilerliyor...TBMM'nin bulunduğu , Heyeti-i Temsiliye'nin ülkeyi yönettiği Ankara her an düşebilir.
Mektepte dersler devam ediyor.. Gençler , aralarında olayları tartışıyorlar. Erciyes'in başı dumanlı.
1921 yılının nisan ayı...İmtihanlar yaklaşıyor. Hocalar da, talebeler de gergin. Vatan tehlikede olunca , dersler ehemmiyetini kaybediyor. Kayseri mebusları da zaman zaman geliyor, TBMM çalışmalarını anlatıyor, fakat halk bu haberlerle rahatlayamıyor.
Mebus Nuh Naci Bey'in verdiği bilgi Kayserilileri heyecanlandırıyor : '' Yunan ilerlemesi devam eder de, Ankara düşerse belki TBMM, çalışmalarını Kayseri'de devam ettirecek. Çünkü Kemal Paşa ile görüştüm. Bunu bana izah etti.''
Talebelerden gizli tutulsa da, Kayseri Sultanisi bir hazırlık yürütüyor. Belki ilerde bu dersaneler TBMM azalarının toplanıp, önemli kararlar alacağı mübarek bir yer olacaktır.
Gençler derslerden yorgun, harp haberleriyle tedirgin. Bir gün, talebeden biri, düşüncesini ortaya koyuyor. '' Ey arkadaşlar ! Sultani mezunu olsak ne olacak ? Vatan tehlikede. Namık Kemal rahmetlinin şiirindeki haykırış gibi,
Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak, bahtı kara maderini ?
Evet, kardeşlerim, heyecanımı mazur görün. Gidip Asker Alma Dairesi Reisliği'ne, gönüllü yazılalım.Zannediyorum bizi önce talimgahta silah tedrisine alırlar, tecrübemiz artınca da cepheye sevkederler. Allah muvaffak etsin, ana baba, kardaş...Haberleri olmasın, nasıl olsa öğrenecekler bir gün. ''
Gençler gözyaşlarıyla, heyecan içinde kucaklaşırlar.
Askerlik Şubesi Reisi Miralay Rüştü Bey, babacan adamdı, gençlerin isteğini öğrenince gözyaşlarını tutamaz. Hepsini kucaklar, alınlarından öper. Adlarını bir deftere kaydeder.
'' Sizin gibi gönüllü harbe katılacak gençler oldukça, bu millet ölmez ! Allah muvaffak etsin yavrularım. Gazi olarak dönünce sultani imtihanlarını verir ve Darülfünun talebe namzedi olursunuz inşallah. Benim kardeşim Tıp Fakültesi talebesiydi, 1331'de tabib olmak üzereydi, Gelibolu Savaşlarına gönüllü gitti ve orada şehid oldu.''
Daha fazla konuşamadı. Mendiliyle gözyaşlarını sildi.
Gönüllüler silah eğitimi için sıra sıra talimgaha giderken başından duman eksik olmayan dağlar güzeli Erciyes'e bakıp, ağladılar. Bir daha görmek, buzlu sularını içmek nasip olacak mıydı acaba ?
O gün TBMM Reisi Kemal Paşa, Kayseri'den gelen telgrafı okudu, duygulandı. Gözleri doldu.
1921 (1337 ) yılı baharı, yazı geçti. Tekalifi Milliye kararları gereği tüm yurtta olduğu gibi, gönüllü gençlerin, Sultani öğrencilerin aileleri de Kayseri'de , her evden bir çift çarık, çorap verdiler. Nohut, fasulye bağışladılar akerlerimiz yesin diye. Zabitlerimiz, neferlerimiz bunlarla beslenerek, çarıkları, çizmeleri giyerek harbettiler. Yunan'a İngiliz uçak, top, tüfek, mitralyöz vermişti. Yunan'a İngiliz kamyon vermişti. Biz kağnılarla taşıdık cepaneyi İnebolu'dan Sakarya boylarına.
Ağustos ayında Yunan saldırıları çılgınlaştı. Haymana düşerse Ankara yolu açılırdı. Başkumandan Kemal Paşa bir buyruk çıkardı : ''Hattı müdafaa yoktur; sathı müdafaa vardır ve o satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı kanla sulanmadıkça düşmana terkedilmeyecektir.''
Bir günde 90 zabitimiz, 900 neferimiz şehid düştü. Canını dişine takmış TBMM askerleri arslanlar gibi döğüştü. Mermisi bitince süngü savaşı yaptı. Açtılar; gıda maddesi yoktu. Yaralandılar; bakacak tabib, ilaç yoktu. Bozkırın ayazında geceleri üşüyorlardı, giysileri ince, zayıftı. Fakat vatanlarını savunuyorlardı. Dayandılar, direndiler ve büyük bir utku kazandılar. 22 gün,22 gece süren savaşta Sakarya Irmağı'nın suları hep kanlı aktı.
Ve 1921 yılında Kayseri Sultanisi tek bir mezun vermedi. Gönüllü gidip, Haymana-Polatlı arasında cephede vuruşan talebelerin tamamı şehid düşmüştü.
Geçer gecelere çizilmiş dağlardan
Yiğit yanık türküsüyle
Halkın düşü çağırır onu
Yansır güzel kayalarda
Beyaz atının gölgesiyle.
Ne güzel yiğittir o, ne güzel çağrı
Bir yanık buğday tarlasıdır bağrı
Acı çekmiş Anadolu'dan
Geçer beyaz atının kabaayeli
Kabartıp topraktaki baharı.
Yaralıdır yüreği
Dağ aşa, yol aşa, bel aşa
Yurdum ! senin derdin ne yüce
Gün ışır tepelerde yeniden görününce
Gazi Mustafa Kemal Paşa ( 4 )
..................................
1,2 - Mehmed Akif Ersoy
3, 4 - Dr Ceyhun Atuf Kansu