Kelamı Kadim’de “Karun olayı” anlatılır. Karun’un, Allah’ın seçkin ve seçilmiş kulu Hz. Musa’nın kuzeni olduğu rivayet edilir. Bu şahıs hakkında asıllı asılsız, yerli yersiz, bazen de mübalağaya varan bir yığın söylenti varit olmuştur. Ama bilinen bir gerçek varsa oda şudur. Karun Hz. Musa zamanında yaşayan oldukça zengin birisidir. (Tefsirde İsrailiyyat, Dr. Abdullah Aydemir, Diyanet Yay. )
Bazen bu zenginliğini gösterme adına maiyetindeki insanlarla, gösterişli yürüyüşler tertiplermiş. Bu gösteriş o kadar görkemli olurmuş ki, insanlardan bazıları o alâyişli görüntünün büyüsüne kapılarak; ‘keşke bende onların yanında olabilsem, onlar gibi giyip yiyebilsem’ diye iç geçirirlermiş.
Dünyanın geçiciliğini bilen insanlar da: İmrenmeye değmez. “onlar için dünyada az bir nimet sonra şedit bir azap vardır” diyerek onları o duygudan uzaklaştırmaya çalışırlarmış.
 
Akıllı insan, ne kadar cazip ve çekici de olsa geçiciye değil, kalıcı ve ebedî olana bel bağlamalıdır. Çalışmayı da ona gire yapmalıdır. Üretirken olsun tüketirken olsun helâlından olmasına özen gösterilmelidir.
Günün birinde sevdiğim bir arkadaşım: “Ahmetçiğim sana bir şey söyleyeyim mi? Adam hırsızlık, kadın ticareti, toz ticareti yapsa ve böylece zengin olsa ona bir müddet; hırsız, p.., esrarcı derler daha sonra, Beyefendi diyerek protokolün üst kademelerinde yer verirler.” Dediğinde bende; ‘olur mu öyle şey. Adam neyse odur’ demiştim.
Şimdi geldiğim noktada o kadim dostumun dediğinin ne kadar da doğru olduğunu bizzat yaşayarak görüyorum.
Öyle insanlar var ki, her türlü yolsuzluğu haksızlığı yapıyor, hatta yaptığı iş icabı devleti tırtıklayacağı kadar tırtıklıyor, böyle yapanlar maalesef itibar görebiliyor. Diğer taraftan nereden kazandığı nasıl kazandığı belli olmayan insan birde bakıyorsun toplumun önünde yol gösterici konuma gelebiliyor.
Çok çok üzgünüm birtakım insanlar da: “yese de adam iş yapıyor” diye haram helale dikkat etmeyen insanların yaptığını meşru gösterebilmektedirler.
Öyle insanlar var ki, nâna muhtaç olduğu dönemde dahi çok ciddi geliri olduğunu söyleyebilmektedir.
Çünkü sahip olduğu servetine mazeret bulması için, binlerce dolar kazancının olduğunu ifade etmelidir. Etmelidir ki, şu daireleri arabaları nereden aldın diye soranlara gerekçe olsun.
Üzgünüm bu tür insanlar birçok kesim tarafından itibar görebiliyor. İşte insanın Karunlaşması böyle oluyor.
Unutulmasın ki, Karun kadar ona yaltakçılık yapanlarda suçlu olduklarını bilmelidir.
 
İnsan olarak, hele birde haramı helâlı bilen birisi olarak, gelsin de kimden gelirse gelsin, olsunda nasıl olursa olsun mantığı ile olaylara bakamayız. Haram, yendiğinde bizden değilse bile çocuğumuzdan veya torunumuzdan mutlaka çıkar. Onun için hakkımız olmayan bir nesneyi sahiplenmeye kalkışmayalım. Sıkıntıya düşeriz.
BİR HATIRA
Mustafa Özel’in “İstikbal Köklerdedir” isimli kitabından okumuştum. Gidenlerin bilip, hatta içinde nafile namaz kıldığı veya kılmak istediği Kâbe’nin bitişiğinde ‘Hicr-i İsmail’ namıyla maruf bir yer vardır. Burası Kâbe’nin içinden kabul edilip, orada farz namaz kılınmaz.
Kâbe’nin yeniden yıkılıp yapılması esnasında, topladıkları para bitmiş. Bundan dolayı Kâbe’ye bitişik Hicr-i İsmail Kâbe’nin dışında kalmış. 
Bu olayla ilgili Tarihçi İbni Hişam da şunu nakleder; Cahiliye döneminde Kâbe’nin yeniden inşa edilmesi gerektiğinde, Ebu Vehb: “Ey Kureyş Topluluğu! Kâbe’nin inşasına sadece temiz kazancınızla iştirak edin. Buraya ne zina parası, ne riba (faiz) ne de insanlardan zulümle alınmış mal girmesin” diye nida eder.
Tam bu esnada kazancının gayr-i meşru olduğu bilinen birisi, tomarla parayı getirerek Kâbe’nin geri kalan kısmının yapını üstlenmek istemiş. Fakat heyet bu paranın haramdan kazanıldığını ifade ederek parayı almamışlar. Bu günkü haliyle bırakmışlar. Daha sonraki tamirat ve tadilatlarda da aynı kalmıştır.
Cahiliye döneminde dahi bu kadar dikkat edilen haram konusuna, İslam’dan sonra bu kadar gevşek davranılması dikkat çekici…
HOCAM PROF. DR. NECİP TAYLAN
(BİR SİYATÇİ PROFİLİ)
Geçenlerde bilge ve bir o kadar da nüktedan Marmara İlahiyattan Muhterem Hocam Prof. Dr. Necip Taylan Nevşehir’e geldi. 2007-2011 yıllarında Tekirdağ Milletvekilliği de yapan Hocamla, Dostum Ahmet Avlanmazın evinde, Marmara İlahiyattan mezun bazı arkadaşlarla birlikte olduk.
Hocam, geçmiş ve şimdiki talebelerinden, bazı öğretmen ve öğrenci arkadaşlarından, Türkiye ve Dünya meselelerinden, özellikle de siyasetten ve vekilken yaşadığı olaylardan bahsetti.
Menfaatperest insanların, her zaman her devirde nasıl işlerini yürüttüklerini söyledi. Uyanık ve menfaatperest insanların, kişileri hangi zaaflarından nasıl yakaladıklarından bahsetti.
Hiç bir şeyleri olmayan insanların nasıl koskoca şirketlerin “Ceyosu” olduklarından tutun da, bir zamanların, yol gösterici kalemlerinin nasıl dünyalıklara gark olduklarından bahsetti... Müteessir oldum...

1-Bir defasında Mecliste sağ ve sol tarafıma iki kişi oturarak: “Efendim sizin misafirhanede oturduğunuzu öğrendik. Bu duruma çok üzüldük. Sizler ülkemizi temsil eden yüce milletvekillerimizdensin, x otelinde Kral dairesini size tahsis ettik. İşte anahtarı, lütfen bundan böyle orada kalınız!..” Neden ki?

      2-Gene bir gün sıfır Mercedes’in, şahsıma satış işleminin yapılması için kimliğini isteyen birinden bahsetti!.. Neden veriyor ki? Vs vs…
Felsefe derslerine giren Hocamız, Milletvekilliği müddetince misafirhanede kalmış. Eski derviş meşrep yaşantısını hep sürdürmüş.
Gördüm ki, kendisiyle barışık fikir ve zikir sahibi insanı, ne siyaset ve nede dünyalık bozamaz. Bu anlayıştan yoksun kimseler de siyaseti; mal-mülk, makam mevki edinme kapısı olarak görür.  
Sizin anlayacağınız, dünyaya ve dünyalığa meyletmeden Milletvekilliği görevini tamamlayan, Hocamıza Allah’tan hayırlı uzun ömürler dilerim.