İNSAN ve MUCİZE

Bize basit, kimi zaman anlamsız, sıkıcı, tekdüze gelen hayat gerçekten öyle midir?

Gittiğim bir kardiyoloji uzmanının çektiği ve ekranda canlı olarak görünen kalbin çalışmasını izledim, sürekli, hep aynı şekilde atan kalbe uzun uzun baktım. O anda aklımdan geçen tek kelime ‘mucize’ idi.

Evet, bu bir mucizeydi.

Netice itibarı ile bir ‘et parçası’ olan kalbin sürekli atması, üstelik vücudumuzun ihtiyacı olan kanı pompalaması, bunu devamlı olarak yapmasının başka bir izahı yoktu ki.

 Anne rahminde hayat bulan insan, 70, 80, 90 hatta 100 yaşına kadar yaşayacak ve bu süre içinde kalbi tek bir saniye bile dinlenmeden, sürekli olarak atacak, yaşamımızı sürdürmemizi sağlayacak o koyu sıvıyı (kanı) tüm vücudumuza pompalayacak. 

 Eğer bu olay hiç akla getirilmez, düşünülmez ise bir sorun yok fakat bunu düşündüğümüz zaman ne kadar büyük bir mucizenin bizlere hayat verdiğinin farkında olacak ve şaşkınlıktan şaşkınlığa düşeceğiz.

Sadece bu da değil.

Hayatın her anı, her basamağı, geçirdiğimiz her dakika farkında bile olmadığımız mucizeler ile dolu.
   

Her gün karşılaştığımız, sadece canımız çektiği zaman dallarına uzanıp aldığımız dut meyvesi ve onun ağacını düşünelim. Bu dut ağacının tam da insanın damak tadına uygun olarak yetiştirdiği dut meyvesinin, dut ağacına direkt bir faydası yok.
   

Ama o ağaç dallarını tıklım tıklım dut ile dolduruyor, hem de sürekli üreterek, olgunlaşan, yere düşenlerin yerine yenisini meydana getirerek, haziran ve temmuz ayının sonuna kadar, bazen ağustos ayını da içine alarak.
   

Düşünmezseniz bir sorun yok.
   

Ya düşünürseniz, işte o zaman nasıl bir mucizenin karşısında olduğunuzu hayretle görüyor, şaşkınlıktan ne yapacağınızı bilemiyor, şekilden şekle giriyor, ‘bu nasıl olabilir?’ sorusun beyninizde uğuldamaya devam ediyor.
   

Ve şunu görüyorsunuz;
   

Etrafınızda gördüğünüz canlı, cansız her şey anlamlı, gerekli ve hepsi bir mucizenin ürünü.
   

İnsanların, vücudumuzu oluşturan hücreyi ‘içi su dolu bir torba’ olarak gördüğü, bilim ve teknolojinin gelişmediği, araştırmaların bu günkü gibi detaylı yapılamadığı 18 ve 19'uncu yüz yıllarda kimi bilim adamları ‘evrim teorisini’ ortaya attılar. Bu teori uzun süre varlığını sürdürdü, çünkü çözümsüzlüğe tahammülü olmayan insanın, bir çözüm ürünü olacak böyle bir teoriye ihtiyacı vardı.
   

Bilimsel çalışmalar ile ‘hücrenin gerçek yapısı' ortaya çıktıkça bu teori neredeyse anılmaz oldu.
   

Bu gün hücrenin çalışmasını, içinde var olan kimi mekanizmaların görevlerini dahi bilmekte aciz kalıyoruz.
   

Tüm bunlar ve hayatımızı çevreleyen olay ve olguların hiç de bizim gördüğümüz gibi olmadığı, her birinin birer mucize eseri olduğunu anladıkça hayata bakış açımız değişiyor, yaşamın birer zaman döngüsü olmadığı, ‘büyük manalara’ gebe olduğunu hayretle idrak etmek zorunda kalıyoruz.
   

Her an, her dakika mucizeler içinde yaşayan insanın kimi zaman hayata ve etrafında olanlara kayıtsız kalması, insanın Kur’an’ın deyimi ile ‘nankör’ olduğunun bir göstergesi belki de.
   

Kim bilir.