MUTLU İNSAN VAR MI ?

Sinopeli Diyojen zaman zaman , yaşadığı fıçıdan çıkar, elinde kandil gezermiş. Ne aradığını soranlara ‘’İnsan arıyorum,’’ dermiş.

Diyojen deyip geçmeyelim. Fıçı onun evi. Güneşlenirken birden üzerine bir gölge düşüyor. Makedonya Kralı İskender, ününü duyduğu Diyojen’i ziyaret etmek istemiş. Seslenişi de tam İskender’ce:

‘’ Dile benden ne istersen ! ‘’

Diyojen umursamamış, hatta kızmış. Yanıt vermiş:

‘’ Gölge etme, başka ihsan istemem. ‘’

Anlı şanlı koca İskender bozulmuş olmalı. Tarihçiler mükalemenin son bölümünü yazmamışlar. Gerek görmemişler.

………………………………………

Her sabah evden çıkarken, kendi kendime diyorum ki : Bugün kaç mutlu insan göreceğim, bakalım, sayayım, not defterime kaydedeyim.’’

Sonra yürüyorum. Otobüs durağında bekliyorum. Var bir 40 kişi. İnip bir AVM’ye giriyorum. Yüzlerce kişi girip çıkıyor dükkanlara…

Yok, yok, yok, yok…Yüzü gülen tek insan yok…

O kadar da değil; var…Var. Kimler ? Arapça plakalı, ülkemizde olmayan lüks mü lüks Japon, Kore SUV’larıyla gezenler. Altın dişlerini göstere göstere gülüyorlar, kahkaha atıyorlar.

Yalnız Arap ülkelerinden gelenler değil, Avrupa gurbetinden sılaya dönenler de pek mutlu. 15-20 euro bozdurup çarşıya, pazara çıksalar istedikleri besin maddelerini rahatça alabiliyorlar. Düzenli işi olmayan, sabit geliri bulunmayan işçi ne yapsın ? Bordro mahkumu emekli ne yapsın ?

Başka var mı? Var : Baba harçlığıyla yaşayan , ev geçindirme sorumluluğu olmayan gençler…Elele, kolkola…Yaşam zormuş, pahalıymış, umurlarında değil. Neşe yiyip, mutluluk içiyorlar. Hakları elbette. Yaşları gereği öyle olacaklar. Fakat durun, burada bir olumsuzluk var. Bu gençler lise öğrencisi olmalı. Neden okullarında değiller. Bu gençler belli ki sanayi sitesinde çırak; neden atölyelerinde değiller.

Yanıt vermek zor…

Peki, lise öğrencisi olduğunu tahmin ettiğim gençlerin ellerinde neden kitap, dergi, gazete yok. Yalnız akıllı (!) telefon kullanmakla olur mu ? Oluyor demek. İstem yok başka. Avanos testisi büyüklüğünde pet kapta uyduruk bir kolayı bardak bardak içerek özlerini mutlu sayıyorlar. Avuntu…

Seçim konuşmalarının yapıldığı alanları, sanki bir gözlemciymiş gibi geziyorum.  İnsanların yüzlerine bakmağa korkuyorum. Sıcaklar bastırdı; üzerlerinde kışlık giysiler. Terliye terliye, konuşmaları dinleyip alkışlıyorlar. Parti varsıl. Kutu kutu su dağıtıyorlar. İyi, ikram olsun da…Susuzluklarını gidermek için birebir. ‘’Su gibi aziz ol ! ‘’

İnsanların yüzlerine bakmak zor…Gözlerde fer yok.  Boş boş bakıyorlar. Sanki görmüyorlar…Gözler ışıldağını yitirmiş. Oysa bölgenin insanının gözleri güzeldir. Dağlar cereni, çöller cereni…Ahu gözler…Esmer yüzde çarpıcı boyak gökçe gözler…Yok, yok, yok, yitip gitmiş…Göz sayrılıkları uzmanı bulsak da sorsak, nedir bunun nedeni ?

İnsanların yüzlerine bakmağa korkuyorum. Sabahın erken saatleri. Bir ezginlik, bir yorgunluk,  çökmüş omuzlar…Kadın, erkek aynı…Yaşlı, genç aynı…

Onur varr, gurur var. Kimse ‘’ Ben açım,’’ demiyor, demez. Kol kırılır;yen içinde. Dost var, düşman var; el adama ne der !

Kendi kendime soruyorum. Bu insanların yüzde kaçı, sabah nitelikli bir kahvaltı yaparak geldi acaba bu toplantı yerine. Durdurup insanları tek tek, sorgulayacak değilsin ya. Ortalamaya bakalım. Yarıdan çoğu aç gelmiş olmalı…

…………………

Peki, şimdi sormanın sırasıdır : ‘’Sen mutlu musun ? ‘’ Bu fakir, kendisiyle barışık bir adamdır. Özüyle hesaplaşmayı da bilir; özeleştiri ( Self critisism ) de yapar. 45 yıl eğitimci olarak görev yaptım. Emekli olduktan sonra 2 yıl kadar da özümü mutlu sayardım. O yıllarda aylığımla 2 bin Euro alabiliyordum. Her şey dolara, euroya bağlı. Yerli paramız TL nerede kaldı ? Gittikçe eridi. Aylığım 2014’ten bu yana güya görünürde yükseldi, ama şimdi ancak bin euroya gücüm yetiyor. Bu ne demektir? Yaşam kalitem yarı yarıya azaldı demektir.  TBMM üyesi bir mebus-e 2 yıl dayanıp emekli olsa 50 bin TL’den yüksek  aylık alır. Ben böyle bir eski parlamenterin yarısı kadar geliri olan yoksul bir eğitim emekçisiyim. Budur ol hikayet, ol kara sevda. Ülkemizi yönetenlerin eğitime bakışları, eğitimciyi değerlendirmeleri işte bu kadar.

Eşim de 34 yıl köy ilkokullarında, gecekondu yörelerinde çocuk okuttu. Hem de iyi eğitim hizmeti verdi. Başarıyla dolu yıllar. Özellikle son 10 yılda tüm veliler sık sık şükran duygularını dile getirdiler, ısrarla, ilkokul çağına yeni gelen çocukları olduğunu, bir 5 yıl daha görevde kalmasını istediler. Bugün 3 ayda 26 bin TL alıyor. Birçok üniversiteli gence aylık harçlık gönderiyor. Evimiz kira olsa, tek başına yaşasa, elektrik, su, telefon, doğal gaz, daire aidatı ödeyemez; aç kalır. Yüzbinlerce öğretmen emeklisi bu ve benzeri sıkıntıları , daha da ağır olarak , acı çekerek yaşıyor…

……………………………..

Nehar Tüblek…

Nereden çıktı şimdi bu karikatür sanatçısı…

Karikatüre ilgi duymayanların tanıdığını sanmıyorum.

Manastır’da 1924 yılında doğmuş, İstanbul’a göçetmiş ailenin oğlu Nehar Tüblek,  benim en sevdiğim karikatürcülerden biridir.

Onun çizgilerinde açlık çeken, sayrı insanlar kanlı canlı , somut çizgilerle betimlenmiştir. İşçi, memur, emekli…

Kentimizi gezdikçe, insanların yüzlerine korka korka baktıkça aklıma hep Nehar Tüblek Usta geliyor. Saygıyla anıyorum. Ve diyorum ki ‘’ Sevgili Nehar Bey, erken gitmişsin. Bugünleri görseydin, çizecek çok canlı konu çıkardı.’’