Anadolu'muzun küçük beldelerinden birine yolunuz düştü diyelim.

'' Aman canım, bu kasabanın eti ne budu ne ki, kütüphanesi ne olur !''

Arar bulursunuz. Eski, yıprak bir yapı.

Belki taa Osmanlı'dan kalma.

Dış görünüşüne aldanmayın.

Burası bir hazine barındırıyor, tanıyınca öğrenirsiniz.

Emekliliği gelmiş yaşlıca görevli, Müdür Salih Bey  sizi sevinçle karşılıyor.

Belli ki ziyaretçisi öylesine azalmış ki, başka beldelerden gelenler onun için pek değerli birer konuk.

Hemen çay hazırlıyor, nazik sözlerle  ikram ediyor.

Ön bilgi veriyor kütüphane hakkında. Sonra 35 yılını verdiği bu okuma mabedini gezdiriyor.

Bu denli düzenli bir kütüphane görmediğinizi kendinize itiraf ediyorsunuz.

'' Efendim, burası eski Halkevi'nin bir bölümü. Ne yazık ki, hala düşündükçe kahrolurum, memleket ilim ve irfanına en büyük darbe bu Halkevi'nin kapatılmasıyla vurulmuştur. Yine de o zaman kaymakamımız olan Salih Bey kütüphaneyi kurtarmış. Ya değilse kitaplar bakkallara helva, zeytin sarmak için satılıyormuş. Düşünebiliyor musunuz, nüfusu 3 bin, köyleriyle birlikte 9 bin olan bu kazanın Halkevi'nde tiyatro eserleri sahneye konulurdu, yılda 4 kez de olsa gazete çıkardı, İstanbul Üniversitesi'nden hukuk profesörleri, Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsü'nden tarım doçentleri, baytarlık mütehassısları gelir konferanslar verirdi. Okullardan öğrenciler gelir burada imtihanlarına hazırlanırlardı, koro ve solo müzik çalışmaları yapılırdı. Birçok vali takdirname göndermiştir. Vali hanımları en çok burayı beğenirlerdi.''

Kütüphane görevlisinin gözlerinde yaş...

Sözü değiştiriyor.

'' Aç mısınız efendim ? Kasabamızın etli pidesi, kıymalısı pek ünlüdür. Kara dut şerbetiyle güzel gider.''

Ziyaretçiler kendilerini Reşat Nuri Güntekin'in bir romanındaymış gibi duyumsuyorlar.

Ya da Refik Halid Karay'ın öykülerinde...

Sonra bir mabede girercesine, serin, papirüs kokulu, loş bir bölmeye davet ediliyorlar.

Salih Bey açıklamasını sürdürüyor : '' Efendim, burada dergi kolleksiyonlarımız var. Ne kadar bahtiyarım ki, bunları bir il merkezindeki kütüphanede bulamazsınız. Ama, bizde mevcuttur. Taa 1928 Harf İnkılabı öncesinden başlayarak çıkan tüm dergiler burada mevcuttur. İşte Akbaba ciltleri. Tek bir sayı eksik değildir. Hayat, Yeni Hayat, Ufuklar, Yeni Ufuklar, Ülkü eski ve yeni seriler, İmece, Bütün Dünya, Hayat Tarih, Hayat Ayna, Forum...Vaktiniz olsa da bunları inceleseniz, burası bir hazine dairesi ile eş anlamlıdır.''

Müstahdem Ahmet çayları yeniliyor.

Müdür Rıfkı Bey ciltleri okşuyor.

'' Efendim, çocuklarıma, torunlarıma gösterdiğim sevgiyi bu eserlere de gösteririm. Hiç beklemediğiniz bir anda bir köy öğretmeni çıkar gelir, bana şu dergideki şu makale gerekli. Tamam, bulurum, fotokopyasını çıkarır veririm. Nasıl mutlu olur, anlatamam. Biz böyle geçirdik memuriyet hayatımızı. O öğretmen, dışarıdan imtihanlara hazırlanıyordur, o makaleden sualler çıkacaktır. Çalışıp Enstitü'yü bitirecek, belki ortamektep muallimi veya müfettiş olacaktır. O mutlu olunca elbette bizim de bahtiyarlığımızın hududu olmaz. Kusura bakmayın, kütüphaneciler böyledir; hem eski kelimeleri kullanırlar konuşmalarında hem yeni kelimeleri...''

Okuma mabedinde iki saatimiz nasıl geçmiş! Anlayamamışız. 

Mesai bitmiş. İlçe Hükümet Konağı boşalmış. Adliye'nin genç savcısı, yargıcı da yarenlik için Salih Bey'in yanına gelmişler.

Onlarla da tanışıyoruz. Güzel sözlerle kütüphaneyi beklentilerimizin üzerinde bulduğumuzu açıklıyoruz.

Hukukçular gülümsüyorlar.

Salih Bey yakında emekli olacakmış...

Sonra ?

     

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------