OLUR… OLUR DA…

Göre’den arkadaşım Mehmet anlatıyor:

“ İzin ne çabuk bitti. Anlayamadım gitti. Sayılı gün işte noolacak !..

Daha küçük kızımı doğru dürüst sevemedim. İpek saçlarını öpmeğe doyamadım.

Ayrılırken en çok onun, boynuma sarılıp da ağlaması beni duygulandırdı.

Babaaa, niye gidiyosun Fıyansaya? “

Kızım, ekmek getireceğim size ordan.”

Ben baktım ekmek kutumuza.Ekmek vay oyda.”

Kırgın, küskün bana bakıyordu. Gözleri ıpıslak. Kirpiklerinde damlacıklar.

Son kez kucakladım. Herkesin içinde ağlamak da erkekliğe sığmaz. Dayandım; tuttum kendimi. Ailemin tüm bireyleriyle, beni uğurlamağa gelen akrabalarla, komşularla vedalaştım. Arabaya bindim.

Ver elini Strasburg.

Bizim müteahhit, usta – Türkçe bilirdi - aynı bizler gibi o soğuklarda çalışıyor. Tuğla taşıyor, harç karıyor. Karısı da aynı şekilde. Ellerinde kalın eldivenlerle. Sırtlarında deri gocuklar; kulaklarını örten içi kürklü deri kepleriyle çalışıyorlar. Soğuk moğuk vız geliyor. Fakat bu işte bir terslik var. Adama kızıyoruz. Karısı da kendisi gibi 60’ını geçmiş. Yaşlı sayılırlar artık.

Bir gün, aslen nereli olduklarını sormuştum. Anlattıydı.

Yugoslavya, Nazi ordusunun işgaline uğradığı zaman göçmüşler Saraybosna’dan. Her şeyleri orada kalmış. Daha yeni evliymişler. İkisi gelip burada yeni bir yaşam düzeni kurmuşlar. Savaş bitince de Tito Yugoslavya’sına dönmemişler. Zaten yapı işlerinden anlıyorlarmış. Burada sürdürmüşler. İşlerini ilerletmişler. 1945’lerde konut sıkıntısı artmış. Otuz yıldır işte böyle ev yapıyorlar. Hem de nitelikli. En iyi malzemeyi kullanarak. İmreniyorum yaptığımız evlere. Övünüyorum da, benim katkım var; ellerimin izi var bu evlerde diye.

Bir gün dedim ki: “ Türkiye’de bir müteahhit böyle sizin gibi inşaat işlerine başlasa, bir yıl geçmeden Mersedes’le gezmeğe başlar; yazlık, kışlık evleri, villaları olur. Hanımını çalıştırmak ne demek? Yakışık alır mı? Karısını kraliçeler gibi yaşatır. Gününü gün eder.”

Söylemez olaydım. Boşnak usta bana öyle bir baktı ki.

Evet, dediğin doğru. Mersedes’e de biner, yazlık kışlık villaları da olur. Amma , işte örneği ortada. Siz de böyle gurbette ekmek parasını kazanmak için çoluk çocuğunuzdan ayrı yaşarsınız.”

Taa canevimden vurdu beni bu sözler.

Boynuma sarılıp ağlayan kızım gözümün önüne geldi. Ağladım. O saatten sonra artık çalışmadım. Usta da anlayışlı . Yurda gittim. Bizi gurbet ellere gönderen, sonra bunu büyük bir başarıymış gibi gösteren yöneticilere, cümle siyasetçilere lanet ettim. Neden ben buralardayım? Neden Göre’de çoluk çocuğumun başında durarak yaşayamıyorum? Kör boğaz değil mi?

Çoluk çocuğumun rıskı… Düşündükçe kodu bana.

O gece kabuslar içinde kıvrandım, sabahı zor ettim.”