“SU-57”

Nevşehir’deki kütüphaneme göz atarken fiyatı ‘1’ Bir lira olan, yanlış okumadınız sadece bir lira olan gazeteci Emin Karaca’nın yazdığı “KAYBOLAN BABIALİ’NİN ARDINDAN Anılar-Portreler-Anekdotlar” kitap dikkatimi çekti. Basın tarihi özelliğini de taşıyan kitabı aldım ve okudum.

Kitapta; birbirinden ilginç olaylar anlatılmakta. Çok değişik malumatlar verilmekte. Osmanlının son cumhuriyetin ilk yıllarında çıkan gazetelerden, sahiplerinden, onların çalışma usul ve esaslarından bahsetmekte. Mustafa Kemal’in Yunus Nadi’yle görüşerek Cumhuriyet Gazetesini nasıl çıkarttıklarından da…

Başta Refik Halit Karay olmak üzere muhtelif yazar ve gazetecilerin kendilerini nasıl tarif ettiklerini, nasıl yaşadıklarını, patronların yazarları nasıl yönlendirdiğini, manşetlerin nasıl atıldığını okudum/öğrendim.

Kitapta; en çok dikkatimi çeken husus ise Karaca’nın “Cumhuriyet Olayı” kitabını yazarken Cumhuriyet Gazetesinin sembol isimlerinden İlhan Selçuk’la röportaj yapmak için ne kadar bekletildiğini, Selçuk köşe yazısını ne kadar sürede yazdığını, röportaj esnasındaki yaklaşımını, kitap bittikten sonraki gösterdiği tepkiyi ve yıllarca küsmesini çok ilginç buldum. Dahası sağcı bir kesimden biri kendileri hakkında bir şey yazıp/söylediklerinde “bunlar gerici” der geçeriz derken kendilerinden biri tarafından eleştirildiğinde nasıl da tepki gösterdiklerini okudum…

Solcu kıdemli yazarlardan Hıfzı Topuz’un “Eski Dostlar” kitabını okurken benzeri bir olayı orada da okumuştum. İsmail Cem’in TRT Genel Müdürlüğü yaptığı yıllarda kitabın isminden de anlaşılacağı gibi eski dostlarla yaptığı söyleşiye bir gün de Necip Fazıl Kısakürek’i çağırmış. Sen misin çağıran müsamahakâr! Hoşgörülü! Solcu güruhun nasıl kendine ithamlarda bulunduğunu anlatıyordu...

Maksadım sizlere kitap tanıtmak olmayıp, sağ ve sol kesimin geçmişten günümüze değişimlerine, yaklaşımlarına ışık tutmaktır. Çok iddialı söylüyorum. Sağ kesim sol kesimden çok daha hoşgörülü ve müsamahakârdır. Daha değişik ifadeyle sol sağdan daha muhafazakâr/tutucu, gericidir.

Birbirimize daha çok yakınlaşmamıza, daha rahat konuşma zemini bulmuş olmamıza rağmen solun kibirli tavrı hala sürmekte…

60-70 ve 80’li yıllarda ülkemizde olduğu kadar tüm dünyada ideolojik söylem ve eylemler çok baskındı. 90’lı yıllarla beraber kısmen de olsa bu durum izale olmaya başladı.

Eskiden sağ için Rusya zinhar komünist, sol için de Amerika zinhar faşistti. Bu tanımlama yapılırken sağcılar niçin Amerika’yı, solcular da niçin Rusya’yı tuttuğunu doğru dürüst bilmezlerdi bile. Ama tutarlardı. Bir değişik ifadeyle sağcılara göre tüm solcular komünist, solculara göre de tüm sağcılar faşistti.

İnsanları böyle kategorize edan gizli el ise; gizliden gizliye bu duruma gülüyordu. Gülmekle de kalmayıp bunları birbirine kırdırmak için ellerine silah vermekten bile çekinmiyorlardı.

Rusya ve Amerika’dan oluşan iki kutuplu dünyada ülkeler ya Rusya, ya da Amerika’n yanlısı olmak zorundaydı. Emperyalist bu iki ülke kendilerini destekleyen ülkelerin başta silah olmak üzere ithal edeceği tüm diğer materyalleri kendilerinden almak zorundaydı. Alırken de onların istediği şartlarda olacaktı. Özellikle alınan askeri teçhizatı, bırakın değiştirmeyi onların iznini almadan en ufak farklılık dahi yapılamazdı. Yakın tarihe kadar durum böyleydi. Türkiye Cumhuriyeti’ de kurulduğundan bu tarafa Amerikan yanlısıydı.

NATO ülkesi olan Türkiye istediğini istediği şartlarda müttefiki Amerika’dan alamayınca yönünü Rusya’ya çevirdi. Şöyle ki, ABD parasını ödediğimiz aynı zamanda ortağı olduğumuz, ortaklık şartlarını da yerine getirdiğimiz “F-35”leri bile vermezken Rusya’dan almak istediğimiz/aldığımız “S-400” savunma silahına ciddi tepki göstermekteler. Tepkiyle de yetinmeyip yaptırıma gitmekteler. Hatta her yıl kem-küm edip teğet geçerken bu yıl Ermeni Soykırım tasarısı kabul edildi. Tüm bunlara sebep haklarımızı savunmamız, tavırlarına karşı tavır koymamızdır.

S-400 konusunda alırsın-almazsın derken birinci parti silah alındı bile. İkincisi de gelmek üzere. İçerden ve dışardan gelen tüm tepkilere rağmen oldukça kararlı bir tutum sergiledi.

Bu yetmiyormuş gibi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Suriye/İdlib meselesini görüşmek için 27.08.2019 tarihinde gittiği Rusya’da F-35’in muadili Rusya’nın ürettiği “SU-57” silahını alma konusunda Putin’le görüştü.

NATO üyesi ve Stratejik ortağı Amerika’ya rağmen S-400’den sonra Türkiye’nin bu ikinci hamlesi Amerika başta olmak üzere herkesi şaşırttı. Bakalım bunun serüveni nasıl neticelenecek…

Artık görülüyor ki, “dünya beşten büyüktür” sloganıyla BM daimi üyesi beş ülkeyi (ABD, Rusya, Çin, Fransa, İngiltere) tenkit eden, diğer ülkelerin uyanmasını sağlayan Recep Tayyip Erdoğan yeni bir dönemin fitilini ateşlemiş durumda. Osmanlı bakiyesi Türkiye her türlü sıkıntısına rağmen dünya da artık oyun kurucu durumundadır…

Artık görülen o ki, geçmiş yılların katı ideolojik söylemleri ve eylemleri geride kaldı. Yepyeni bir dünyada yaşıyoruz.

Herkes her şeyi her an izliyor. Okuyor. Görüyor.

Artık katılıklar yerini geçişliliğe bıraktı bile… Her devlet ve milletin kendisi olma zamanıdır. Donkişotluk yapmadan içte ve dışta kendi politikamızı kendimiz belirlemeliyiz. Kimse korkmasın süper devletler artık her istediğini herkese yaptıramıyor. Venezüella örneğinde olduğu gibi…

Dış politikada ülkelerin dostu olmaz menfaati olur. Türünden bir görüş vardır. Bizim de menfaatimiz neredeyse biz de oradayız. Ahmet BELADA