YABAN

'' Bir toprağı vardı, işleyemedin...Bir ruhu vardı giremedin ...Ne ektin ki ne biçeceksin ? ''

Hacı Küçükkaraca işlek el yazısıyla tahtaya yazıyor.

Merak ediyoruz. Ne demek istiyor? Ereği ne bu yazıyı yazmasının ?

Yazıyı bitirdi. Pencereyi açtı, elinin tebeşir tozunu dışarıya doğru üfürdü. Cebinden mendilini çıkardı. Elini sildi.

Bize döndü, sordu :

'' Bu ifadeler hangi romanda geçiyor ? ''

Daha ilk cümlede anlamıştım. Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Yaban romanı 1932'de yayımlanmıştı. Ayağa kalktım, söyledim.

'' Aferin Emrullah, dedi. Bu dersanede 42 öğrenci var. Demek bir kişi okumuş, çok yazık...''

Yüzü derin bir üzüntüyle karardı.

Bir süre sessiz kaldı. Sonra tane tane konuştu.

'' Bu dersimizde öğretmenliği Emrullah'a bırakıyorum. Yaban hakkında bakalım ne söyleyecek ? ''

Bir hazırlığım yoktu bu konuda. Fakat, İvriz Köy Enstitüsü çıkışlı eniştem Hamdi Sucu'nun dolabından (ç)aldığım bu kitabı geçen yıl yaz dinlencesinde okumuştum. Beni derinden etkilemişti.

Hacı Bey el işaretiyle, masaya gelmemi belirtti. Vardım, konuşmağa başladım.

'' Ahmet Cemil bir paşa oğlu. Seferberlikte ihtiyat zabiti olarak silah altına alınıyor ve savaşta bir kolunu yitiriyor. Mütarekede İstanbul'a gazi olarak dönüyor. İşgal edilmiş payitahttta yaşayamayacağını anlıyor. Emireri Mehmet Ali ile haberleşiyor. Onun çağrısına uyarak Eskişehir-Polatlı arasında Porsuk Çayı koyağındaki köyüne gidip orada yaşamağa başlıyor. Aile ona bir oda veriyor. Yaban romanı Ahmet Cemil Bey'in günlük tuttuğu notlardan böyle ortaya çıkıyor.''

'' Köylü ile diyalogu nasıl eski ihtiyat zabitinin ? ''

'' Köylü onu bir yaban olarak görüyor. Laik bir genç. Köyün imamıyla sürekli çekişiyor. Cami önünde otururken havada iki Yunan uçağı dolaşıyor. Köylüler hayran hayran seyrediyor. Ahmet Cemil kızıyor. ''Ayıptır, düşman tayyaresi öyle hayranlıkla seyredilmez,'' diyor. İmam '' Yunan ordusu düşman değil ki, bizi Kuvayı Milliye dinsizlerinden kurtarmağa geliyor. Hem sonra bu tayyareler uçmağa başladıktan sonra ekinlere zarar veren kuş sürüleri de kalmadı ,'' deyince çıldırıyor. Eserin en acı bölümü burası. '' Siz ne biçim insanlarsınız, Türk olarak nasıl işgal ordununa kurtarıcı dersiniz,'' deyince '' Biz Türk değiliz, islam milletiyiz. Senin Türk dediklerin Haymana taraflarında yaşarlar,'' diyor.

'' Demek, Osmanlı Maarif Nezareti bu köye bir mektep açmamış, bir muallim tayin etmemiş, özbe öz Türk olan bu köylüye ulusu, ulusal kimliği öğretilmemiş.''

'' Evet, burası öyle mahrumiyet yeri de değil. Demiiryolu köyün yakınından geçiyor. Ulaşım kolay. İstanbul'dan gazete, kitap, dergi gelebiliyor. Burası bu duurumdayken, halk bu denli cahilken Anadolu'nun ücra köşelerinin ne durumda olduğunu anlatmağa da gerek yok.''

'' 1921 yılında Eskişehir Yunan Ordusu'nun eline geçiyor. TBMM ordusu Polatlı'ya çekiliyor. Bölgeyi işgal eden Yunan birliği halka nasıl davranıyor.''

'' Öneleri köylüye yardımcı oluyorlar. Aldıkları yumurtanın, tavuğun, sütün, cevizin karşılığını ödüyorlar. Köyün imamı bu hareketleri de olumlu yönde kullanıyor ve Gazi'ye karşı '' Bak, gördün mü, senin düşman dediğin Yunan askeri bizim her malımızın fiyatını ödüyor, zaten Halife de buyuruyor ki Yunan Ordusu memleketimizde misafirdir, askerlerine asla karşılık vermeyin, iyilikle davranın. Halbuki haber alıyoruz, Kuvayı Miliyeci gavurlar halkı soyuyor, malına mülküne beş para ödemiyor... '' Köyde bu tatışmalar sürüp gidiyor. ''

'' Peki Emrullah. Güzel özetledin Yaban romanını. Başka ne diyeceksin son olarak ? ''

'' 1912'den bu yana süren savaşlardan halk bıkmış. Anadolu halkının psikolojisini bu denli içten, derinden veren başka bir kitap yok. Fakat en acısı, din adaamlarının halkı yanlış yönlendirmesi, gerçekleri çarpıtması...Bu köydeki imam olumsuz bir portre özelliği gösteriyor. Hemen yakında Ankara var. TBMM açılmış. Polatlı ile Haymana arasında zayıf donanımlı TBMM orduları bir ölüm kalım savaşı veriyor ve Porsuk Çayı kıyısındaki bir köyün imamı Yunan ordusunun propagandisti gibi bir görev üstlenmiş. Hilafet Ordusu'nun ayaklandırdığı yöreleri de biliyoruz. Britanya silahlarıyla donatılmış , Padişah Vahdettin'in, Damat Ferid'in ''paşa'' unvanıyla görevlendirdiği cahil insanların kumandasındaki birçok asker birlikleri TBMM ordularına karşı savaşmışlardır.''

'' Tamam. Bu yurt kolay kazanılmadı. Dış düşmanlar kadar iç düşmanlar da güçlüydü ve iyi donanımlıydı, iyi besleniyordu. İstanbul'daki ihanet şebekesi kardeşi kardeşe kırdırdı.''

'' Son olarak, yeni öğrendiğim bir bilgiyi aktarayım. Haymana Meydan Muharebesi de denilen kanlı çarpışmalarda bir günde 90 zabitimiz, 900 neferimiz şehid düşmüş. Vahdettin o sırada Dolmabahçe Sarayı'nda ve 62 yaşındayken dördüncü hanımını bir düğünle alıyor. Gelin 18 yaşında. Osmanlı hanedanının prensesleri, hanım sultanları Britanya, Fransız, İtalyan, Yunan subaylarıyla çılgınca dans ediyorlar, şampanya içiyorlar. Sırmalı apoletli, madalya üstüne madalyalı Osmanlı müşirleri, yaverleri, mirlivaları da ecnebi kızlarla, kadınlarla vals, polka dansları ediyorlar. ''

Bir an gözgöze geliyoruz Küçükkkaraca öğretmenimle. Gözleri yaşarmış. Gözyaşlarını mendiliyle kuruluyor, bizlere göstermemek için pencereden dışarıya, Kale'ye doğru bakıyor.

Kendini toparlıyor. Sonra tane tane konuşuyor.

'' Emrullah'a teşekkür ediyorum. Nevşehir Lisesi'ndeki en dikkate değer dersimizi birlikte işledik. İster saın alın, ister Damat İbrahim Paşa Kütüphanesi'nden bulun, Yakup Kadri Karaosmaanoğlu'nun Yaban romanını muhakkak bulup okuyun. ''

Biraz sonra zil çalıyor, ders sona eriyor. Derin bir sessizlikle önde Hacı Bey, arkada bizler derslikten çıkıyoruz. Sevgili arkadaşım Alaaddin Sırakaya, hiçbir şey demeden, gözlerinde yaşlarla beni kucaklıyor, yanaklarımdan öpüyor.

..........................

11 Haziran 2025. Ürgüp