“90” VEYA “Y” KUŞAĞI
Değerli okurlarım!
Bizler ad koyma ve takmaya alışık bir topluluğuz. Bir zamanlar isyanlarla, başkaldırılarla kargaşa çıkartanlara; “68 Kuşağı”,
İdeolojik ayrışmaların tavan yaptığı, kurtarılmış bölgelerin ilan edildiği, ülkenin kamplara bölündüğü, siyasetin cereyan eden bu olaylara çanak tuttuğu karanlık günlere; “80 Kuşağı”
Seksenden sonraki oluşturulan, (oluşturulan diyorum zira özellikle böyle olması istendi) kültürsüz, bilinçsiz, vurdumduymaz, ‘savaşmayalım sevişelim’ diyen eyyamcı gençliğe; “90” veya “Y” Kuşağı” dediğimiz gibi…
Bu isimlendirmeler ne ifade eder bilinmez ama mesaj vermesi açısından önemlidir. İdare eden ve edilen açısından bu dönemlere dikkat etmek gerekir.
Bilindiği üzere yöneticilerin en aslî vazifelerinden biri, idare ettiği vatandaşını behemehâl dikkate almasıdır. Yapılacak düzenlemeleri de onların talep ve istekleri göz önünde bulundurularak yapmasıdır.
Elbette ki, yaşanılan süreç göz önüne alındığında her dönem, bir öncekinden ayrı olacaktır. Geçmişin sosyal dokusunu günümüze getiremeyeceğimiz gibi, günümüzde yapılanları da neden o zaman bunları yapmadılar diyemeyiz. O zaman için öyleydi bugün için böyle.
Hz. Ali’nin; “Çocuklarınızı sizin değil, kendi yaşayacakları çağın gereklerine göre yetiştirin” diyerek bir hakikate işaret ederken, Mehmet Akif Ersoy’da; “Asrın idrakine söyletmektir Kuran’ı” şeklindeki yaklaşımıyla Kuran’ı çağımıza göre yorumlamamız gerektiğini ifade etmektedir. Buda gösteriyor ki, her dönemin olgu ve algısı değişiktir. Öyle olması da gayet tabiidir.
Dedenin torun, torunun dedesi gibi yaşamasını istemek abesle iştigal olduğu gibi.
Kuşak farkından kaynaklanan farklılığı bilmemek, ona göre davranmamak zaten mümkün değil. Sadece “Y” kuşağı gençler için değil, bütün insanlar için geçerli olan bir husustur.
Şunu unutmamak da gerekir ki; ikinci şahsa hitap ederken, (bu kendi çocuğumuz da olsa) emredici/buyurgan bir hitap hiçbir zaman hoş karşılanmaz.
“90” VEYA “Y” KUŞAĞINA GELİNCE; Bu genel değerlendirmenin ardından ‘90’ veya ‘Y’ kuşağı hakkında bazı mülahazalarda bulunmak istiyorum. Bu gençlerimiz,’nev zuhur’ yani aniden ortaya çıkıveren gençler olmadığı muhakkak. Bunlar da bütün Türkiyeli gençler gibi ilk, orta, lise ve üniversitelerimizde okudular.
Bu okullarda bütün Türkiyeli gençler gibi din, dil, tarih vs. gibi dersler aldılar. Okudukları bu okullarda ve gördükleri derslerde de dinimiz, kültürümüz ve tarihimize dair birçok bilgi edindiler.
Edindikleri bu bilgiler, çocuklarımıza yapmaları ve yapmamaları; sevmeleri ve sevmemeleri gerekli hiçbir bilgi vermemiş olamaz…
Onlara sorumluluk hissi ve duygusu aşılamamış olamaz…
Ecdadının ‘yedi düvele’ nam salan adalet ve insanlığından habersiz olamazlar…
Ama görülen o ki, bu gençler tarih, kültür, ahlak, üretmek, yapmak gibi üstün değerlerden ziyade; yakmak, yatmak, içmek, gezmek; googel, tiwitir, facaboc, internet gibi işlerle uğraşmakla meşguller?
Çok önemli bir husus da şu; eğer bu gençler, 90’lardan beri varidiyse neden on sekiz yıl sonra yani şimdi fark edildiler?
Bu gençlerimiz, istediklerini şimdiye kadar duyuramadıysalar neden ‘gezi parkı’ olaylarıyla duyurur oldular?
Diyelim ki, o zamana kadar ellerine fırsat geçmedi, ancak o zaman yani, gezi parkı olayı esnasında imkân bulabildilerse neden kendilerini sağlıklı bir şekilde anlatabilecek bir temsilcileri ortaya çıkmadı/çıkaramadılar?..
Bu gençler adına hükümet yetkilileriyle görüşmeye gidenlere bakıyoruz hiç biride “90” veya “Y” kuşağı temsilcisine benzemiyor. Hemen hepsi orta yaş üzeri ve hükümet karşıtı kişilerden oluşmaktadır. Bunu neden söylüyorum; talepleri, kasvetli duruşları ve art niyetli yaklaşımlarından…
Birde çok merak ettiğim bir başka husus bu gençler numune-i imtisal (rol-model) olarak kimi veya kimleri örnek alıyorlar… Doğrusu çok merak ediyorum.
Anlaşılan o ki, anketlerin diline göre, bu gençler riski ve çalışmayı sevmiyorlar. Üretmekten ziyade tüketmeyi esas alıyorlar.
Genelleme yapılmasa bile çoğunun “kutsal tanımaz” olarak nitelendirilen bu gençlerin, bazılarınca desteklenmesi, bırakın desteklemeyi kendilerinin yapamadıklarını yapıyor olmalarından dolayı takdir edip, teşvik etmek suretiyle onların bayraklaştırılması... O gençler de elbette kendilerinde varlık hissediyor.
İstisnalar olmakla beraber bu gençlerin hemen bir çoğu, kendilerini ifade edebilecek kültürel birikimden hayli uzaklar.
Bunların genel görünümlerinden anlaşılan o ki bu gençler, Batılı gençlerin; mutfak-yatak odası- tuvalet veya spor-müzik-sex gibi bayağı hallerin zebunu olmuş tutumlarını, bizim gençlerimizin de hayat kurgusu haline getirmeye çalışmaları kaygı vericidir...
Neden? Çünkü bu ‘bir avuç mutlu azınlık’ görünümlü gençlerin istediği; ellerinde içki şişesi, köprü altı ve parklarda kızlarla gayr-ı ahlaki fiillerde bulunmaları... vs…
Toplumsal ahlak bozulmasın, gençlerimiz korunsun düşüncesiyle yapılan yasal düzenlemeleri protesto ediş biçimleri…
Bu olumsuz davranış ve tutumlar asla Türk-İslam kültürüyle bağdaşmamaktadır… Haliyle bunları gördükçe de kaygılanıyorum.
Necip Fazıl’ın; ‘Çatla Sodom-Gomore patla Bizans ve Roma’ … Diyerek yerdiği, oralardaki yaşantı biçimini bu gençlerimiz, hayat felsefesi haline getirmesinler.
Maalesef gençlerimizin söylem ve eylemleri ne bakıyorum da endişeleniyorum.
Anne-baba (ebeveyn) olarak çok ama çok dikkat etmeliyiz. Gençlerimizin yaptıkları ve söyledikleri bizi ilgilendirmektedir. Bana ne hayat onların diyemeyiz.
İyi olmak için emek vermeliyiz, zor olsa da. Kötü olmamak için de iyilerle beraber olmaya çalışmalıyız. İnsan sürekli kolaya değil biraz da zora talip olmalıdır. Çalışmayan risk almayan gençlikten hiçbir şeyin olmayacağını hepimizin iyi bilmesi gerekir. Çocuklarımızı donanımlı ve sorumluluk sahibi olarak yetiştirmeliyiz.
İhtiyar dünyamızda nelerin yaşandığı tarihen malumdur. Tekrar tarihin olumsuzluklarını bizlerin yapmayacağı/yaşamayacağı gibi yavrularımıza da yaptırmayalım/yaşatmayalım. Onlara dünyada ve ahirette hayırlı işlerle meşgul olmalarını öğretelim.
Kurallı kuralsız her taleplerini yerine getirmeyelim. Yerine göre hayır diyebilelim. Onlar da buna alışmalı veya alıştırmalıyız. Bu durum ilerde kendilerinin menfaatine olacaktır.
Geçici olanları kalıcı olanlara tercih etmeyelim. Akıllı olmak bunu gerektirir. Nefsin ve şeytanın insanı kötülüğe yönlendirdiğini unutmayalım.
 (Not: Dinini, dilini, ahlakını, tarih ve kültürünü bilen, hayatı bir imtihan yeri olarak algılayan tüm gençleri bu tanımlamalardan uzak tutuyorum. Bu gençler, yukardan beri özelliklerinden bahsettiğim gençlerden kat be kat fazlalardır. Ne var ki, azların çok, çokların az gösterilmeye çalışıldığı bir dönem yaşıyoruz. Ellerinde mikrofon olanlar daha çok seslerini çıkartmaya çalışıyorlar…)
Çok istisna özelliklere sahip olduğu söylenen bu gençlerimizden! neden ülkemizin kalkınmasında faydalanmıyoruz? Daha dünün Güney Kore’si ülkemizin her tarafını elektronik cihazlarla doldururken bizim bu gençlerimiz niye çalışmak,üretmek istemiyor da boş işlerle meşgul oluyor?...
Dinini, dilini, kültürünü, örfünü ve ananesini bilen ve korumaya çalışan bir gençliğin yetişmesi için, başta anne-babalar olmak üzere bütün sorumluluk sahibi insanlar üzerine düşeni yapmalıdır...
Bu gençler bizim. Hayatın, her istediğini istediği gibi yapmaktan ibaret olmadığını onlara öğretmeli ve iyi yetiştirmeliyiz.
Ahmet BELADA