NEVŞEHİR’İ SEYRETMEK!

Bugün sabah namazını mahalle camiinde değil de başka bir camide kıldım. Namazdan fariğ olunca şehri temaşa etmek istedim. Kaleye çıktım. Etrafı seyrede seyrede kalenin etrafını dolaştım.

Öncelikle bir itirafta bulunayım; Kalenin namı diğer ‘kale şehrin’ bu hale gelmesinde emeği geçenleri tebrik ediyorum. Herkesin gelip gezebileceği, gayet nezih ve bakımlı bir yer olmuş.

Kalenin giriş istikametindeki caminin muhafaza edilmesi, gelenlerin ibadetlerini yapmaları açısından iyi olmuş. Fakat alt kısımda tuvaletler varken, cami yanında, üstelik pencere hizasında yeni bir tuvaletin yapılması -güzel ve temiz gözükse bile- caminin mehabetine biraz halel getirmiş!

Gözüme çarpan bir diğer husus, çay ve benzeri yiyecek, içeceklerin bulunduğu binanın mimarisi, tarihi ve otantik yapıların içine gitmemiş. Genel görünüme uygun düşmemiş. Öyle bir mekân olması gerekiyorsa ki olmalıdır. Kalenin dokusuna uygun yapılmalıydı. Bir de orada satılan malzemeler çok pahalı! Biz gözlemimizi dile getirmekle mükellefiz. Kararı yetkililer veriyor.

Kaleden ilk önce Niğde tarafını seyrettim. ‘Millet Parkı’ olarak yapılan büyük bir alan dikkatimi çekti. Açılışı yapıldığında değil sadece şehir merkezinin, ilçeleriyle birlikte bütün şehrin hoş vaktin geçirilebileceği park olmuş.

Parkın Nevşehir istikametindeki okullar, cami, müftülük binası, Kuran Eğitim Merkezi olarak yapılan bina, oraya canlılık katmış. Parkın sağ tarafında, Niğde istikametine doğru her ne kadar tam olarak gözükmese de dağın yamacına kurulu eski Göre evleri dikkatimi çekti. Göre dik bir yamaca kuruludur. Bu yüzden olacak ki, çocukluğumuzda, ‘Göreliler tandıra çömleklerini zincirle bağlarlar’ dediklerini, güneşin doğuşunun hemen hissedilmesi, akşamda erkenden kaybolmasından dolayı erken uyuyanları nitelemesi açısından ‘Göre tavuğu gibi erkenden yatmak…’ tabiri aklıma geldi.

Eski göre afet bölgesi ilan edilerek, yolun karşındaki tepeye taşındı. Eski yerleşim yeri de metruk kaldı. Terkedilen kırık-dökük evleri seyrettim. Seyrederken de orada kimler yaşadı, neler yaptı, kim bilir ne düşleri vardı! Belki de hiç kimse istediklerini tam olarak yapamadan, kimisi öldü, kimisi yaşıyor, kimisi de ihtiyarladı. Yaşayanlar orayı gördükçe neler düşünüyor acaba!

Şehir merkezine baktım. Damat İbrahim Paşa’nın yaptırdığı, geçmişte şehrin merkezindeki tarihi camiyi, etrafındaki evlerin yıkılmasıyla şimdilerde cemaati azalmış, mahzun Kurşunlu Camiyi seyrettim. Caminin banisi Damat İbrahim Paşa ve yaptıklarını, Yeniçerilerin kaldırılmasında büyük rol oynadığı için ödül olarak Nevşehir Müsellemliği görevine atanan Karacehennem’i düşündüm.

Mütevazı belediye binasının biraz ilerisinde şehrin ortasında, eski hastanenin yerine yapılan heyula gibi dikilmiş, estetikten uzak otelin nasıl şehrin silüetini bozduğunu seyrettim. Yerini hiçbir zaman tasvip etmediğim, Gülşehir yolunda, stadyumun yanındaki adliye binasını, özellikle çok katlı adliye lojmanın görüntüyü nasıl bozduğunu seyrettim.

Ürgüp, Kayseri, Gülşehir ve Aksaray istikametindeki yapıları, daha ziyade de şehrin merkezini seyrettim. Hülyalara daldım! Geçmişten günümüze kimlerin gelip gittiğini, arkasında hoş bir sadâ bırakma gayesiyle çalışanları; ‘Rabbena heplena’ diyerek pragmatistçe davranıp menfaatperestlik yapanları düşündüm. Düşündükçe düşündüm.

Sabahın o vaktinde ortamın dinginliği, gürültünün yokluğu, tek tük arabaların gelip gittiği o saatte, tefekkür bir ayrı oluyor…

Kaleden Kahveci Dağına çıkmak istedim. Lakin onu bir başka güne bırakarak şehir merkezinden eve gitmek için arabaya bindim. Yeni yapılan, çok katlı olmayan, estetik görünümlü TOKİ binalarının yanından, Ticaret Odasının böğründen inip giderken günlerden Pazar olması münasebetiyle açık olduğunu düşündüğüm pazar yerine uğramak ve pazar yerini görmek istedim. Direksiyonu o yöne çevirdim. Hummalı bir hareketlilik gördüm. Yük taşıyan minibüsün biri girip biri çıkıyor.

Münasip bir yere arabayı park ederek kuzey kapıdan içeri girdim. Çok azı müstesna pazarcıların tamamına yakını tezgahlarını albenili hale getirmek için sebze ve meyveleri tezgâha yerleştiriyorlar. Karşılaştığıma selam vererek hemen her tarafı gezdim.

Öyle sanıyorum ki, köyden gelen pazarcılara ayrı bir yer tahsis etmişler. Erkenden gelip ürettikleri zerzevatı getirdikleri çul-çiltenin üzerine dökmüşler müşterilerini bekliyorlar. Domates, biber ve benzeri nevalelerin yanı sıra bolca bal kabağı gördüm. Demek ki, mevsimi bu günlermiş. Arada bir alış-veriş yapanlar da vardı.

Bir gün önce (Cumartesi) Ürgüp’ün pazarı vardı. Gidip biraz üzüm alayım diye düşündüm. Fakat gidemedim. Bu mevsimde Nevşehir’in parmak üzümleri çok güzel olur.

Girdiğim kapının hemen sağında zayıf, orta yaşta bir amcamız oldukça güzel görünen parmak üzümü satıyor. Ürgüp’ün bir köyünden olduğunu söyledi. Pazarı gezdikten sonra ayrılırken almayı düşündüm. Bu arada yerli başka üzüm satan var mı diye de baktım. Başka satanlar da vardı. Hepsi Ürgüplü ve aynı köydendi.

Nevşehir’in bütün üzümleri için geçerli olmakla beraber özellikle parmak üzümü, çavuş üzümü, kızıl/keklik üzümü ve siyah üzümün tadı, rayihası bir başkadır. İddialı olacak ama diğer illerde ve hatta ülkelerde bu tatta bu rayihada üzüm bulmak mümkün değil.

Pazara çok giden birisi değilim. Şayet gitmiş ve köyden gelenlerden bir şeyler almışsam ne para isterlerse veririm. Pazarlık yapmam. Bahsettiği üzümden bir miktar aldım ve eve geldim. Yıkayarak bir salkım yedim.

Her sabah kitap okuyordum, bu sabah bakarak yeryüzünü, gökyüzünü ve şehrimi okudum.

Mesai: Nostaljik olsun diye söylemiyorum, yakın tarihe kadar, mesai sabah namazıyla başlar, akşam ezanıyla biterdi. Günümüzde mesai, -maalesef- saat dokuz on gibi başlıyor. Büyüklerimiz, ‘rızık sabah erken saatlerde taksim edilir’ derlerdi. Dükkanlar kahir ekseriya kapalıydı. Şehirde canlılık yoktu.

Diyeceksiniz ki pazar olduğu için böyle. Hayır! Sair zamanlarda da benzeri durum söz konusu. Oysa hayata erken başlanırsa gün de bereketlenir. Erken kalkmak için erken yatmak gerekir. Gecenin on iki, biri gibi yatıyoruz. Haliyle geç kalkıyoruz.

Unutmayalım! “Vakit nakittir” hayatın kıymetini bilelim. İmtihanı kazanmaya çalışalım. Yaşantımızı anlamlı hale getirelim. Beyhude işlerle zamanımızı heder etmeyelim.

Sabah erken kalkıp günü anlamlandırmak, gelip-gidenleri, ölenleri-yaşayanları düşünmek, ona göre pozisyon almak, yaşadığımız şehri seyretmek çok anlamlı, çok güzel oluyor.

Ahmet Belada