AĞACA SAYGI, SEVGİ VAR MI ?

Toprak adamına benzer duruşun,

Ağacım , bana da ver sabrından.

Yapraklarında taze ay ışığı,

Bezgin değilsin yaşamaktan.

Dağlarda duman duman orman

Asmada salkım salkım

Başakta altın altın

Yaşamanın sevinci tutmuş elleri

Gök bundan mavi, denizler bundan

Bütünün tadı toprakta, denizde

Seven, yaratan ellerde, sıcaklık.

Biteviye ilksiz ve sonrasız akış

Kaygısız çocuk yüreğince.

Görkemli yasaların adil ve güçlü

Tadına doyulur bir istesek

İnanmış yüzlerde  umut dalga dalga

İnsanla ne güzel yeryüzü.

Oğuz Tansel. 1986. Tabiat Üstüne- Sarıkız Yolu. .s.64

……………………………………………….

‘’ Birçok  bitkilerin kutsal olduğunu biliyoruz Anadolu’da. Bunların özünde insana sağlanan yarar, ya da yıkım vardır. Yararlı olanlar yararından, yıkım getirenler ağılı (zehirli) oluşlarından dolayı kutsaldı.Bunlarda saklanan kutsallık bir yandan sevgiye (yararlı olanlarda), bir yandan korkuya (ağılı, öldürücü olanlarda) dayanıyordu. Bir de büyük ağaçların kutsal sayılışı vardır. Bu kutsal ağaçlar içinde kayın, meşe, çam, kavak, kestane, çınar önemli bir yer tutar. Bunlar eskiçağda tanrısal nitelik taşıyan varlıklardı. Tanrıların birer ağacı vardır. Ağaçlar birer totem olarak kullanılıyordu. Ağaçlara karşı duyulan saygının özünde onların tanrılarla, tanrıçalarla olan gizli ilişkilerinin etkisi vardır açıkça. Özellikle orman tanrıları, orman cinleri, perileri ağaçlara dokunulmasını yasaklar, ağaca dokunanın canına dokunurlar. Bu yüzden ağacın korku ile sevgi karışımı bir kutsallığı vardır. Bu kutsallık yüzünden ağacın kesilmesi, özellikle yaş ağacın biçilmesi pek uğurlu sayılmaz. Yaş kesen baş keser diye bir atasözümüz vardır. Bunun özünde saklıdır ağacın kutsallığı, bir totem olduğu. Yemiş veren, yararlı denen ağaçların kesilmesi inanç bakımından da suç sayılırdı, bugün de öyledir birçok yerlerde. Ağaçların tanrıları yansıtan birer kutsal varlık olduğu  bugün için açıklanabilecek durumda değildir. Bu inancın tarih akışı içindeki eskiliği, doğuşu, kaynağı bir kesinlik bütünlüğü içinde açıklanamaz pek. Ancak, halk arasında yaşayan, yaşatılan, bugün de sürdürülen birçok geleneklerle eskiçağ uluslarının  inanç varlıkları arasında bir bağlılığın, birliğin bulunduğunu gösterecek nitelikte belgeler, buluntular vardır. Sözgelişi meşe ağacının kutsallığı tektanrıcı dinlerin ortaya çıkışına değin sürmüş, günümüzde bile birçok Hristiyan tarikatları, özellikle Ege bölgesinde  tutunanlar , bu inancı sürdüregelmiştir ‘’ ( İsmet  Zeki Eyuboğlu. 1973. Tanrı Yaratan Toprak: Anadolu. S.197-198 ).

……………………………….

Üniversite yerleşkesi…

Evimde öğle yemeği yedim, saat 13’te başlayacak dersime yetişmek için hızı hızlı yürüyorum.

Mühendislik-Mimarlık Fakültesi önünde öğrenciler, mayıs güneşinden yararlanıyorlar. Hava sıcak olsa da, rahatsız edici değil. Söyleşip şakalaşıyorlar. Gençlik ne güzel bir dönem. Neş’e yiyip sevinç içiyorlar. Demek oluyor ki, doymuşlar; iyi bir öğle yemeği yemiş olmalılar.

Kaldırım kıyılarında akasya ağaçları var. Salkım salkım açmış çiçeklerinden güzel kokular yayılıyor çevreye.

Kızlı,erkekli kümeden bir delikanlı geri geri yürüdü. Sonra  ağaca doğru koştu. Tüm gücünü toplayarak bir tekme salladı.Çiçekler,gülüşen gençlerin üstüne,saçına, başına döküldü.

Gözümün önünde oldu bu olay. Durdum, dondum kaldım.

Genç öğrencinin bu hareketine gülenler oldu. Bir kız alkışladı. Arkadaşları öğdü.

‘’ Bu tekmeyi yiyen ağaç iflah olmaz,’’dedim  delikanlıya.

Şaşırdı. Hayretle, irileşmiş gözlerle baktı bana.

‘’ Kırılmadı ki,’’ dedi.

‘’ Fizik olarak kırılma yok da, içten kırıldı. Küstü sana; gücendi, ’’ dedim.

Kümedeki gençler ilgiyle izliyorlardı söyleşiyi.

Saygılı gençler. Yüzüme karşı söylemeseler de, anladım.

‘’ Bu kel moruk, kimse  artık, niye karışıyor hareketlerimize ! Çekip gitse ya .‘’

Otomobiliyle  kız arkadaşına ‘’hava atan’’ı gördüm.

Güzel şarkı, türkü söyleyerek kız arkadaşına ‘’ hava atan’’ı gördüm.

Cömertliğiyle, aldığı armağanlarla  kız arkadaşına ‘’hava atan’ı gördüm.

Kız arkadaşına laf atan saldırganla, gözü kara, cesur hareketle kavgaya girerek ‘’hava atan’’ı gördüm.

Fakat, kız arkadaşına ‘’hava atmak’’ için ağaca tekme sallayan,tepik atan  genci ilk görüyordum.

Demek ki, bu gençler ne ailede, ne okulda, ne sokakta ağaçla ilgili bir söz duymamışlar, gazetelerde, dergilerde bu konuyla ilgili bir yazı okumamışlar.

……………………

Gözümün önünden saatlerce gitmedi o gencin davranışı.

Savunmasız bir canlıya yapılmış bir saldırı olarak gördüm olayı.

Öğleden sonra 2 saat dersim vardı. Saat 15’de sona erdi. Odamda, kuruyan dilimi damağımı ıslatmak için bir kahve yapıp içtim. İç bungunluğumu,gönül sıkıntımı YouTube’dedinlediğim  Vivaldi’nin 4 Mevsim’i bile gideremedi.

Gözümün önünden hiç gitmiyordu tekme yiyen ağacın titreyişi.

Hevenk hevenk çiçekleri dökülmüştü.

Saat 17.30’da  ikindi havasının güzelliğini duyumsayarak yürüye yürüye , evime döndüm.

Hanım evdeydi; okulundan gelmiş , anladı bir olağanüstülük olduğunu.

‘’ Sen üzülmüşsün. Anlat, ne oldu  bugün?’’

Anlatırken kendimi tutmasam , ağlayacaktım.

O da üzüldü. Yapacağı bir şey yoktu.

Komşu hanım telefon etti, yürüyüş için evden çıktı.

Yalnızım.

Yarınki derslerim için hazırlık yapmalıyım. Fakat bir isteksizlik var.

Oturdum, günlüğüme, ajandama  (günce) bu olayı yazdım.

Biraz rahatlamıştım. Bir bardak limonata içince, iyi geldi. Biraz rahatladım.

Televizyonu açtım.Daha saat 18’de eski bir diziyi yeniden yayınlıyorlar.

Kanaldan kanala geçerken bir doğa belgeselinde takıldım, kaldım.

Bu denli rastlantı olur.

Ağaçların Dili adlı bir izlence verililiyordu.

‘’ Ağaçlar canlıdır. Onların da ruhu vardır, algısı vardır. Tepkileri vardır, yanıt verirler. Bir adam her gün işine giderken bir  ağacı tekmelermiş. Bir böyle, iki böyle…Bunu gören bir komşusu önceden gidip ağacın dibinde beklemiş. Ağaç, adam yaklaşırken titremeğe, yağraklarını hışırdatmağa başlamış.’’

Hayretler içinde kaldım.

Bugün benim  tanık olduğum olay anlatılıyordu sanki belgeselde.

‘’ Bir cinayet işlenmiş. Tanık yok. Katil kim ?Fakat, bir ağaçbilim ( dendroloji) uzmanı dikkatle araştırmış. Cinayetin işlendiği caddenin kaldırımlarında sıra sıra ağaçlar var. Sanıklar birer birer bu kaldırımda, ağaçların önünde yürütülmüş. Birinci sanık geçerken ağaçlarda devinim yok. İkinci sanık geçerken  ağaçta değişiklik yok. Üçüncü zanlı geçerken ağaç titriyor. Savunman kabul etmiyor ‘’rastlantıdır,’’ diye itiraz ediyor. Sağlaması için aynı zanlılar bir kez, iki kez daha ağaçların önünden geçiriliyor. Aynı durum. Cinayeti itiraf ediyor katil. Ağacın titremesi, yapraklarının uğuluğul salınışı tanıklık sayılıyor.’’

Ağaç kereste değil…Ağaç kütük değil. Ağacın canı var, ruhu var.Ağaç deyip geçme !

………………………………….

Yazımızı Şair Ömer Nida Bıçakçı’nın (1929-2004) şiiriyle sonlayalım.

Bir alıç bilirim Anadolu’da

Dallarında yüzlerce adak

Yolcular geçer önünden

Yayan yapıldak.

Ulu bir ağaç olsa diyorum

Gölgesine uzanıp yatsak

Eğilse dalları üstümüze

Yaprakları hışırdayarak

Umutları yeşerir alıcın

İçini bir kitap gibi okur toprak

Özlem dolu türküler tutturur

Karanlıkta yıldızlara bakarak.

Sonra kış gelir içi burkulur

Yalnızlık gerçekten acı

Karlara gömülü kalır

Bozkırdaki alıç ağacı.

…………………………………………..