Aidiyet duygusu temel güven duygusunu oluşturur. Temel güven duygusu bebek kendisini ne kadar ait hissederse o kadar sağlıklı oluşur. Tıpkı bunun gibi aile de insanın ait olduğu bir oluşumdur. Aile olmak fıtri bir ihtiyaçtır. Aidiyet duygusu sağlamsa kişi toplumda sağlam durabilir.
Ait olamadan özgür olamayız. Bağlanmadan varolamaz, varolmadan da ayrışamayız. Bir spermin varolması için önce rahme tutunması gerekir. Sonra kendi içinde bölünerek çoğalır ve insan oluşur. Belirli bir süre sonra da doğum başlar. Doğum ilk ayrışma, ilk özgürleşmedir. Ve her özgürlük gibi bedeli vardır. Eğer zamanı gelince doğmazsa bebek hem kendini hem anneyi zehirler. Ya da zamanından önce doğarsa hayatta da tutunması zor olur.
Bebek doğduğunda acizdir bu yüzden anneye tutunur. Anne onun fizyolojik ve duygusal ihtiyaçlarına duyarlı ise bebek kendini güvende hisseder ve hayatı boyunca kuracağı ilişkilerde bağlanması da sağlıklı ve kolay olur. Bebek anneye güvenli bağlanamadıysa malesef sonrasında kuracağı ilişkilerdeki yansıması da güvensiz olur. Bağlandığı kişiye ya da nesneye ya saplanıp kalır ya da güvenli bağlanamaz.
Yaşadığımız ilişkilerde de böyledir. Bağlanırız sonra ayrışma ihtiyacı duyarız. Ayrışamazsak 'kendimizi' var edemez kayboluruz. Artık o zaman kendi hayatımızın aktörü değil seyircisi olmakla kalırız.
Aile ilişkilerinde de önce aidiyet duygusunun sağlamlaşması gerekir. Bağlanmak esir olmak kısıtlanmak gibi algılandığında içinde bulunduğumuz nimet bize zulüm gibi gelmeye başlar.
Aile olmak, sınırları belirli olmaktır. Sınırlar mahremiyeti barındırır. Aile mahremiyetine dışardan yapılan müdahale aileyi bağlanmaktan uzaklaştırır. Özellikle yeni evliliklerde dışardan yapılan bütün müdahaleler (kayınvalide, kayınpeder) ne kadar iyi niyetli olursa olsun aileye zarar verir.
Aile bireylerinin kendi içerisinde de sınırları vardır ve bu anlamda herkes birbirine saygı duymalı ve duracağı yeri bilmelidir. Bir çocuk annenin ya da babanın uzantısı değil kendine has bir bireydir. Kadın kocasının uzantısı değil, erkek de karısının uzantısı değildir. Yani bir kadın erkeğin bütün hayatını yönetmek ve kontrol altına almak isteyerek ona haksızlık yapacak, aynı şekilde erkek de eşinin hayatını bütünüyle yönetmek istediğinde hak ihlalinde bulunacaktır.
İlişkilerde sınırlar iyi belirlenmeli ve anne çocuk arasında bile bir ilişki sınırı çizilmelidir ki herkes sağlıklı ve güvende hissetsin.
İlişkide baskın karakterli kişiler genellikle diğerlerini kontrol etmek ister bunu da ona sahiplenerek onu koruyarak yapar. Aşırı fedakar olan bu kişiler karşı tarafta büyük tahribatlar yaratır ve bunun asla farkında olmaz. Görmek de istemez. Mesela çocuklarının ya da eşinin üzülmesini hiç istemez, ağlamasına hiç tahammül edemez. Oysa üzülmek ya da ağlamak gayet tabii hallerdir.
Aile sadece mutluluğun değil acının, sıkıntının da paylaşıldı yerdir. Eğer ailede acıyı paylaşmıyorsak sağlıklı bağlanamaz güvende hissedemeyiz. Bazen aile bireylerinin birinin kaybı ile bazen de yaşanan talihsiz olaylarla aile içinde acılar yaşanabilir. Ancak çoğu aile de gözlemlediğim şu ki acılar, sorunlar ya yok sayılıyor, ya görmezden geliniyor ya da adeta sorundan beslenircesine o sorunun içine giriliyor. Bu noktada acıya ya da soruna koyacağımız sınır da çok önemlidir. Eğer belirli bir sınır/ mesafe koymazsak sorunun içinde boğuluruz. Soruna fazla mesafe koyar , üstünü örtersek de dağ gibi yığılır.
Başımıza ne geleceğini bilemeyiz bir yandan başımıza gelenler evet kendi ellerimizle yaptıklarımızdandır. Yaşadığımız olaylara verdiğimiz tepkilerle şekillenir hayatımız. Herkes verdiği tepkiden sorumludur ve sonuç da ona göre oluşacaktır. Hem dünyevi hem uhrevi anlamda.
Unutmayın hayatımızın Senaristi değil, Aktörüyüz. İstediğimiz rolü alma ve oynama özgürlüğüne sahibiz. Kader boyutunda Ait, Rolü istediğimiz gibi oynamada ise özgürüz.

Sevgiyle kalın...