ANADOLU’DA İNSANCIL BARIŞ ÇİÇEĞİ:AHİLİK VE AHİLER
Dr Emrullah Güney
Coğrafya Profesörü

Ahilik nedir? Ahi kime derler? Arapçadan dilimize geçmiş bir sözcük bu ahi…Anlamı da kardaş,dost,yiğit,arkadaş. Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasına yakın yıllarda ve Osmanlı Devleti’nin kuruluş günlerinde önemli görevler yüklenmiş bir örgüt olarak tarihe geçmiş.Asıl örgüte ‘’fütüvvet’’denilirmiş,bu örgütün başkanına da Ahi adı verilirmiş. Gel zaman git zaman örgütün adı Ahilik , bu örgütün üyeleri de birbirlerini hep kardaş bildiklerinden Ahi diye adlandırır olmuşlar. Peki nedendir ki böyle bir örgüt kurulmuş,hangi nedenler bunun kurulmasını zorunlu kılmış?Kurulmuş da neler yapmış,ne gibi olumlu eylemler başarmış,bunlara değinelim;En iyisi Tarcalı gezgin İbni Batuta’dan okuyalım…Çünkü Arap gezgin Ahiliğin en örgütlenmiş olduğu yıllarda Anadolu’yu bir uçtan diğer bir uca gezmiş,gördüklerini yazmıştı: ’’Bunlar Anadolu’da yerleşmiş bulunan Türkmenlerin yaşadıkları her yerde şehir,kasaba ve köylerde bulunmaktadırlar.Memleketlerine gelen yabancıları karşılama,onlarla ilgilenme,yiyeceklerini,içeceklerini,yatacaklarını sağlama,ihtiyaçlarını giderme,onları uğursuz ve edepsizlerin ellerinden kurtarma,şu veya bu sebeple bu yaramazlara katılanları yeryüzünden temizleme gibi konularda bunların eş ve örneklerine dünyanın hiçbir yerinde rastlamak mümkün değildir’’

              İbni Batuta  Ahilere hayran kalmıştı. Çünkü onlar sayesinde güven içinde gezebilmiş,ağırlanmış,cebine harçlık konulmuş,at ve köle bağışlanmıştır. Anlattığına göre önemli yollar üzerinde çeşitli Ahi örgütlerinin üyeleri gelecek bir yolcuyu beklermiş.Kim erken davranır da yolcuyu kaparsa o tekkenin konuğu olur ve izzet-ikram ve hürmet görürmüş.Böylesine bir konukseverlik yaşamı varmış o dönem Anadolu’sunda…
             Devlet gücünün yok olmaya başladığı 13.Yüzyıl sonlarında toplumsal düzeni yürütme görevini Ahiler yüklenmişti. Fakat Ahilik bir tarikat ya da bir esnaf örgütü de değildir.Fuad Köprülü diyor ki;’’14.Asrın başında büyük şehirlerdeki genç ve bekar işçiler umumiyetle bu Ahi zaviyelerine mensup oldukları için bu vaziyet birçok müdekkikleri şaşırtmış ve bu teşkilat bazı alimler tarafından bir esnaf teşkilatı,bazıları tarafından da şair,sofi teşkilatları gibi bir fütüvvet tarikatı addolunmuştur.Halbuki fütüvvet tarikatı diye bir tarikat,İslam dünyasında asla mevcut olmadığı gibi Anadoludaki Ahiler de sadece bir esnaf teşkilatından ibaret değillerdir.’’
              Ahilikte tembellik en büyük suçtu.Sabahtan akşama değin alın terini sile sile,işini bile bile,işe kendini vere vere çalışırlar,kazandıklarını başkanlarına getirirlermiş.Bu gelirle yiyecek satın alınır,gelen konuklar ağırlanır,uğurlanırken de ceplerine harçlıkları konulurmuş.Çalışmasını bilen Ahiler eğlenmesini de bilirlermiş.Ayrıca sema ve ayinlerinden de geri kalmazlarmış.Özel giysiler içinde gezermiş Ahiler.Hırka,ak yönden külah,sarık ve mes, kemerlerinde upuzun bir  yatağan…
              Ahiler hakkında bilgimizi sağlamlaştırmak için gelin,bir de üstad Ahmet Rasim’i dinleyelim:’’Ahiler Selçuklu Devleti’nin son zamanlarında ortaya çıkmış bir derviş takımıydı.Aralarında sır tutarlardı.Bunlar birbirlerine ve genellikle insanoğluna yardım etmeyi,kendilerine iş edinmişlerdi.Zaten Ahi demek kardaşım demektir.İçlerinden bazıları Selçukluların çöküşünden yararlanarak Ankara ve divan yörelerinde bazı küçük hükümetler kurmuşlardır.Karamanoğulları bunları Ankara’yı bir Cumhuriyet haline koyup kendileriyle birleşirlerse,Osmanlıları ortadan kaldıracaklarını ileri sürerek kışkırtmışlardır.Sultan I.Murad’ın Ankara olayında,Ahilerin ayaklandırdıkları boylar arasında Tatarlardan vastaklarla,Moğullardan Turgudların bulunduğu bir gerçektir.’’
               Evet Anadolu’da ilk Cumhuriyet’in Ahilerce ve tarihin garip bir benzerliği ile Ankara’da kurulduğunu öğreniyoruz. Geniş bir hoşgörü ve çalışma özgürlüğü vererek insancıl,barışçıl bir Cumhuriyet kurmuşlardı.İş başa düşmüştü.Artık Selçuklu Sultanlarından hayır yoktu.Ozanımız Dr Ceyhun Atuf Kansu ustayı dinleyelim bir kez de: “Bu Ankara toprağı yemeye bal,koklamaya çiçek,eğirmeye tiftik ve yapak vermekle kalmıyor.Türk töresinin Ahilik dalı dedikleri bir yemişli çiçekli ağacını da yüzyıllar boyu besliyor ki bu ağaç kötü zamana gölge,iyi zamana dalga oluyor;yüzyıllar boyu Ankara halkı,köylüsüyle,esnafıyla,zanaatçı el emekçisiyle kötü günlere dayanıyor iyi güne güneniyor…Ahilik bir eski Oğuz töresidir ki güzel,sağlam köklerini Ankara toprağına,Kırşehir toprağına ve de Orta Asya gülü kokan Orta Anadolu toprağına atmıştır…Birliğin,dirliğin baş kardeşlik diyen Anadolu halkı da bu töreye uyup öyle yaşamış,Ahilik nerede Oğuz kalabalığı varsa orda yayılmış,Ankara’nın Oğuz gülü toprağı olduğunu anlamalı ki Ankara,Kırşehir’den sonra Ahiliğin yayıldığı,gül açıp gönül saçtığı bir toprak olmuş.Bu Ahilik işte,aşta,savaşta kardaşlık deyip varmış yönetimde,devletin direğinde de halk kardaşlığını baş yere koymuş ki ilk Anadolu Türk Cumhuriyeti,Ankara Ahi Cumhuriyeti 1290 yılında böyle kurulmuş…’’
              Ahiliği kim kurmuş? Ahi Evran Veli…Nerede? Selçuklu Sarayına at yetiştiren güneşli Kırşehir bozkırında…Kimmiş bu Ahi Evran Veli,nereden gelmiş?...Bir Türkmen bilgesi…Horasan’dan kalkıp sökün eylemiş…Bir emek ustası…Deriyi,  hayvan sırtından çıkma deriyi eğitip mest,çarık,edik yapılacak duruma sokan…Bir gönül ustası:Türkmeni birleştirip örgütleyen…Eli kalem tutar bir ulu bilge: Kuralını,ilkesini yazıp Ahiliğin,fütüvvet -namesinde toplayan…
              Demek ki ilkeleri,kuralları var Ahiliğin…Hiç böylesine yaygın bir örgüt olur da kuralı,yolu yordamı olmaz mı! Olmasaydı böyle etkileri günümüze değinulaşır mıydı ? Öylesine tutarlı,öylesine sağlam kurallar… Görelim nice bir kural ,yol-yordam örgütüdür adı güzel Ahilik…
              Ayaşlı Esat Muhlis Paşa Ankara Ahilerinden Hacı Bayram Veli’nin müridi ve halifesi Bünyamin Veli’den inme bir Ahi idi:
              Ahi dedik ,önümüzü ilikledik:
              -De bakalım,Ahiliğin açığı kaçtır?
              -Dörttür
              -Say gelsin!
              -Eli,yüzü,gönlü,sofrası
              -Kapalısı kaçtır
              -Üçtür
              -Say gelsin!
              -Gözü,dili,beli
              -Gözü kapalılıktan murat nedir?
              -Kimsenin suçunu,ayıbını görmemektir.
               -Ekmek yemekte kaç edep vardır?
              -On iki
              -Say gelsin!
              -Oturduğu zaman sağ dizini dikip sol dizini altına ala…Lokmayı önce sağ avurduyla çiğneye…Küçük lokma çiğneye…İki elini birden yağlatmaya…Ağzından bir şey akıtmaya,yere dökmeye,ağzı dolu iken konuşmaya,kimsenin lokmasına bakmaya,başını kaşımaya,sözü kısa söyliye ve hiç gülmiye,yemeğin iyisini konuğa bıraka,yemekten sonra elini yıkaya…
              -Söz söylemekte kaç edep vardır?
              -Dört.
              -Say gelsin!
              -Sert söylemiye ki ağzından tükürük saçmaya,bir kişiyle sohbet ederken başka yere bakmaya,sen,ben demeye; siz,biz deye,elini,kolunu sallamaya…
              -Yol gitmede kaç edep vardır?
              -Sekiz.
              -  Say gelsin!
              -Katı katı kasılarak yürümeye,canavarcıkları ezmiye, dört yanına bakmaya,taştan taşa hoplamıya,yoldan ayrılmaya,kimsenin ardından gözlemiye,büyüğün önüne geçmiye,biriyle giderken bekletecek işlere girişmeye…
              -Bir şey satın almada kaç edep vardır?
              -Üç.
              -Say gelsin!
              -Yumuşak söyliye,tadına az baka,aldığını geriye vermiye…
              -Beyler,ağalar katına varmanın kaç edebi vardır?
              -Beş.
              -Say gelsin!
              -Vakitsiz gitmeye, büyüklerin hepsine ayrıca ayrıca selam vere,uzak otura,çok söylemiye,öğüt vermeye…
              Evet! Ahilik hoşgörüdür, güzelliktir insanı sevmedir, barışçılıktır. Avrupa Orta Çağ karanlıklarında,engizisyon mahkemelerinin hoşgörüsüzlüğü,zulmü altında inim inim inlerken Anadolu’nun güneşli bozkırlarında bir insancıl,barışçıl özgürlük gülü, Ahilik çiçeği açmıştı…Hacı Bektaş Veli,Ahi Evran Çelebi,Caca Bey,Mevlana,Yunus Emre aynı çağın bilginleriydiler.Avrupa’da Hümanizmanın adı bile bilinmezken Anadolu’da bir insan sevgisi rüzgarı esiyor, Ahilik çiçek açıyordu.     
[email protected]

KIRŞEHİR: ANADOLU’NUN AHİ  OCAĞI

Ankara’dan yola çıkıp güneydoğuya doğru ilerlersek,dağlardan,bellerden,köprülerden geçerek çevresi çıplak;çukurları, koyakları kavak,söğüt yeşili bir beldeye varırız. Burası Kırşehir’dir.Çevresini yeşerterek akan su Kılıçözü suyudur.Gider gider ol Kızılırmak’a karışır.Bu çaydır Kırşehir’i böylesine yeşil kılan…Kır yazıların ortasında  gökçe gövertili bir belde yaratan…Su  hayattır. Evler ağaçlar arasında görünmez olmuştur.
Kırşehir bir höyükler diyarıdır. Bu höyüklerden biri de şehrin ortasındadır. Hangi yandan bakılırsa görünür.Höyüklerden çıkan eşya incelenince anlaşılmış ki, ol diyarın tarihi çok eski çağlara kadar inmektedir…
Bu Kırşehir Höyüğü 28-30 m kadar bir yükseklik gösterir. Kaletepe Höyüğü de denir. Burada Eski Bronz, Hitit, Büyük Hitit Devleti sonrası, Helenistik, Roma, Bizans ve Türk Çağı eserleri bulunmuştur.Demek oluyor ki bu çağlarda bir iskan merkezi imiş burası…Saravanca adlı İlk Çağ şehrinin de Kırşehir’de bugünkü yerinde bulunduğu ileri sürülmekte…Kapadokya Krallığı içinde Anapolis adını almış. Yine bir iddiaya göre antik Therma şehri de bugün Terme denilen hamam-kaplıca yerindeymiş…
Bölge 8.Yüzyılda yani Bizans’ın egemenliğindeyken Arap akınlarına uğruyor. Çünkü önemli geçiş yolları üzerinde bulunuyor. Malazgirt Savaşı’nda Bizans’ı bir daha kalkamayacak şekilde yenilgiye uğratan Selçuk Türkleri bölgeye akınlar düzenliyorlar. Artuk Bey komutasındaki Türk atlıları Kırşehir toprağını giderek Türkleştiriyor.
En parlak dönemini Anadolu Selçuklu Çağında yaşadı Kırşehir. Anadolu’yu Türkleştiren güneş Kırşehir bozkırında doğmuştu. Türkçülük ülküsünün beşiği oldu bu topraklar. Burada yaşadı üç büyük ülkü eri! Kimdi bunlar? Aşık Paşa, Ahi Evran Veli ve Şeyh Süleyman…
Bir çağa damgasını vuran, aradan 700 yıl geçtiği halde ülküsü, öğretisi, kurduğu örgütün üstünlüğü unutulmayan, gittikçe takdir edilen Ahi Veli Evran kimdi?
Ahi Veli Evran!...Halkın gözünde efsaneleştirdiği kişi…İnsanüstü kerametler gösterdiği dilden dile söylene söylene günümüze değin gelmiş, Ahiliğin kurucusu olan bir önder,uluğ kişi …Rivayet çok…Velayetnameden aktaralım:  ’’Meğer ol vakit Kırşehrin adı Gülşehri idi.Dopdolu mescitler,camiler ve medreseler çok idi.Mamur şehir idi. Ve müderrisler,alimler,fazıllar ve kamillerle ol şehrin içi dopdolu idi. Ahi Evran Paşa,Hünkar ululuğu Suluca Karahöyüğü’nee gelip karar edilecek Kırşehri içinde değildi.Sonra gelip karar ettiler idi.Zira Ahi Evran,Padişahın zergüzeşti,velayeti,kerameti,alemde çok olup dururdu.Ta kim Denizliden,Konyadan Kayseriye geldi.Kayseriden Gülşehrine geldi.Anda karar etti,eğlendi.Hünkar Hacı Bektaş Veli ile Ahi Evran Padişah ikizi bir maani idiler.Muhabbetleri birbirine ziyade idiler.Şol maani ile kim,Ahi Evran buyurupdur,esnayı sohbetlerinde,’’Kim ki bizi edine şeyh,Hünkar Hacı Bektaşa vara’’ dedi. Çünkim,bu menakıb Celilülkadirde Ahi Evran Padişah zikrolundu.pes lazım geldi ki, Denizli’den Kırşehri’ne gelinceye dek menakibi zikre gele” .  Ulu gezginimiz Evliya Çelebi de Seyahatnamesinde Ahi Evran Veli’den söz etmiş. Ol ulu kişi meslek olarak debbağlığı yani  deri işleme zanaatını seçmiş. Mesleğinde usta ve ehil olmuş. Bu nedenle Ahi Evran Veli’yi  pir bilmiş esnaf. Büyük sabır, emek isteyen bir işmiş debbağlık…Kardeşlik, konukseverlik, düşene yardım gibi konularda bir esnaf ve ahlak örgütü olan ahiliğe önder olmuş Ahi Evran Veli…Bu örgüte yön vermiş, sağlamlaştırmış, kesin kurallar koymuş öğretisine. Barış içinde kardeşçe, yardımlaşarak çalışmayı, miskinliği yeğleyerek bir ömür geçirmeyi değil, üretgenlikle mutlu yaşamayı amaç göstermiş ilkelerinde…Ol ulu zat, yakındaki Sulucakarahöyük bozkırında Türklük güneşini parlatan Hacı Bektaş Veli ile de buluşup görüşürmüş. Yarenlik  edip, düşüncelerini açıklamışlar birbirlerine…Bilgi alışverişi yapmışlar…İki gönül eri, iki ülkü savaşçısı baş başa verip Anadolu’yu Türkleştirme çabalarını birleştirmişlerdir. Nedir ilkeleri ! Gönüllere seslenilecek... Zorlama olmayacak... Ele, dile, bele sahip olarak erdemli bir yaşam sürdürmek… Budur ol hikayet…El hasılı vel kelam…
          O çağlar  Anadolu’sunda Selçuk Sarayı halka yüz çevirmişti. Yönetenlerle yönetilenler arasında büyük açıklık vardı.Konya Selçukları Acemce söyleşiyor. Acemce şiir dizen şairlere iltifat ediyorlardı. Yaşayışları hep Acemlerinki gibiydi. Çocuklarına koydukları adlar bile Acem adlarıydı. Keykubat, Keykavus, Keyhüsrev…Bu durum gerçek Türkçüleri üzüyordu. Kırşehir’de Aşık Paşa Türklüğün bilincindeydi.Ulusu birleştiren öğelerden en önemlisinin dil olduğunu biliyordu… Bundan dolayı şiirleriyle acı acı kınadı öz halkından yüz çevirenleri :
                                     Türk diline kimseler bakmaz idi
                                     Türklere her giz gönül akmaz idi
                                      Türk dahi bilmez idi bu dilleri 
                                       İnce yolu,ol ulu menzilleri.
       Selçuklu’un Sarayında Acemce konuşuladursun, Selçuk Sultanlarına, askerine, süvarisine  at yetiştiren Kırşehir yaylasında, Gülşehri dolayındaki yaylaklarda  Türkçecilik akımı güç kazanıyordu. Hacı Bektaş Veli de şiirlerini, özdeyişlerini halkın anlayacağı Türkçe ile yazıp söylüyor, ders veriyordu. Aşık Paşa Türkçeyi yerenlere çıkışıyordu:
                                  Gerçi kim söylerdi bunda Türk dillerin
                                  Malum oldu illa müna menzillerin
                                  Çün bilesin cümle bu menzillerin
                                  Yerme gel sen Türk ve Tacik dillerin…
        Türkçe o çağlarda gerçek sözcüsünü Aşık Paşa’da bulmuştu. Halkça söylüyordu.
                                Ne kaşadur ne gözedür
                                Meylimiz güzel yüzedür
                                Daima solmaz tazedür
                                Bu bizim gülistanımız…
        İyi bir öğrenim görmüştü Aşık Paşa;  Garibname adlı bir eseri vardır. Anadolu’ nun Türkleşmesinde Aşık Paşa’nın emeği unutulmamalı. Bugün Ankara yolu üzerinde ak türbesinde uyur sonsuzluk uykusunu. Ol ulu insanın mezarına ışıklar yağsın göklerden!
        O dönemde bir bilim yuvasıydı Kırşehri . Üniversite ocağıydı ol kutlu belde. Nusrettin Cibril Bin Caca Bey’in gayretleriyle Kırşehir’e, o dönemlerin en ileri teknik-uygulayım bilgilerinin öğretildiği bir medrese-darülfünun yaptırılmıştı…Vali olarak görevliymiş burada Caca Bey…Moğol yağmasından kurtarmış güzel şehrini…Hünkar Hacı Bektaş Veli ve Mevlana Celaleddini Rumi ile görüşüp düşüncelerini aktarmışlar birbirlerine…Mevlana onun için şöyle demiş: ’’Emir,büyük kumandan, alim, adil, iyiliksever, zafer kazanmış, dindar, yardımcı, hayır işinde başarılı, ikram edici, cömert, merhametli, affedici, temiz, zeki, Nur’üd-devlet, Müslümanların azizlerinden, meliklerin ve sultanların dayanağı, ululukların babası…” Merhum emir Bahaeddin Caca’nın oğlu Cebrail…O da bir gönül eri…Ülkü savaşçısı… Değerli bir yönetici, Türk ve Türkçe dostu…1246’da kurduğu üniversitede Astronomi, Matematik, Fizik, Kimya, Nebatat, Hayvanat, Felekiyat, Cevri hava ve madenler okutuluyordu.Kare biçimli bir plan gösteren medrese aynı zamanda rasathane yani gözlemevi olarak kullanılmış; tavanı camdan…Ve en güzeli, öğretim dili Türkçeymiş Kırşehir Caca Bey Medresesinde. Müderris Türkçe ders veriliyor,talebe Türkçe sorup öğreniyormuş…Böylece o dönemler Anadolu’sunda bir bilim ocağı güneş gibi ışınlarını dört bir yana saçıyor,binlerce öğrenci koşup geliyormuş Kırşehir’e…Bugün ol bilge kişi kurduğu üniversitenin yanındaki kümbetinde sonsuz uykusunu uyumaktadır. Öte dünyası ışıklar içinde olsun !
         Kırşehir Anadolu’nun Türkleşmeye başlaması ile önemli görevler yüklenmiş bozkır beldesi…Nice tarihi olaylara sahne olmuş… Nice akınlar, yağmalar görmüş…2.Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında Selçuklu’nun zulmüne baş kaldırmış Baba İshak Malye ovasında yapılan savaşta  yenilmiş. Türkmen kırılmış bu savaşta…Haçlı Seferlerinden arta kalmış , artık Selçukluya paralı asker olmuş çapulcular geçmişteki yenilgilerinin intikamını almak için saldırmışlar Türkmenlere. Bozkırlar bu topraklara sahip çıkma savaşındaki Türkmenlere mezar olmuş Bozkırın sarı otlarını Türkmenin kanı apal yapmış…Sonraları ekonomik ve kültürel alanda gelişmelere de sahne olmuş ol belde…İlhanlı Hakanları paralarını ,sikkelerini Kırşehirdeki darphanede bastırmışlardır. Öz be öz bir Türk  tarikat da gelişecek ortamı Kırşehir toprağında bulmuş: Bektaşilik...
           Kırşehir: Bugün, orta halli bir Orta Anadolu kenti…Ama esnaf ve zanaatkarlar pirinin bu kutlu diyarda yaşadığının bilincinde Kırşehirliler…Birleşerek güçlerini ortaya koyarak,Ahilik öğretisinde olduğunca kardeşçe,dostça kalkındırmaya uğraşıyorlar beldelerini ve yörelerini…Yıldan yıla değişiyor ol güzel belde…Selçuklu anıtlarıyla dopdolu oluşu ile, ünlü kaplıcasının kent içinde yer alışı ile… Bu üstünlüğüyle gittikçe önemi artan bir turistik merkez, bir termal terapi odağı  olmakta güzel Kırşehir.