KİTAPLIK, KİTAPHANE, KÜTÜPHANE

Emrullah Güney

Göre İlkokulu’nda beş ( 1953-58 ) yıl öğrenci olduk. Kitaplığımız yoktu.

Her dersliğin küçük dolabında birkaç eski dergi, kitap vardı yalnızca.

Öğretmenlerimiz ödev verdiğinde, 4 km yürüyüp Nevşehir’e gider; Damat İbrahim Paşa Kütüphanesi’ndeki ansiklopediden yararlanır, sonra yine yürüyerek köyümüze dönerdik. Yağmur, kar, çamur. Saman sarı kağıda yazdığımız yazılar ıslanır; okunmaz olur. Ödev görevdir; yapmak gerek.

Muhtelif Gayeli Ortaokul’da üç yıl (1958-61) okuduk. Kütüphane yoktu.

Azime Mıdıkzade-Korkmazgil Öğretmenimiz bizi yönlendirirdi, birçok yazarın Türkçe kitabımızdaki okuma parçalarıyla yetinmezdi. Asıl romanları, öykü kitaplarını okumamızı isterdi. 1930’larda,40’larda çıkmış kitaplar da artık piyasada bulunmuyordu ve yeni baskıları da yapılmıyordu.

Nevşehir Lisesi’nde üç yıl ( 1961-64 ) okuduk. Kütüphane yoku. Yönetici odaları önünde dolaplar vardı. Tıklım tıklım kitap dolu. Bir kez bile açıldığını görmedik. Hep kilitli. Tek bir yönetici ilgilenmiyordu. Hiçbir kitaptan yararlanamadık. Demek, okumayı seven öğrencilerden de bir istek, giriğşim olmuyordu. Velilerin de umurunda değidi kitaplığın olup olmaması. İlin tek lisesiydi. İlçelerden gelen arkadaşlar, ortaokullarında kütüphane olduğundan sözederlerdi.

Ankara’da DTCF Öğrencisi olduk.1964-68 Kitap bolluğuna kavuştuk. Hem Coğrafya Enstitüsü’nün, hem Fakülte’nin hayli varsıl kitaplıkları vardı. İstanbul Üniversitesi ord profesörlerinin hazırladığı kitapları, fotokopiyi bilmediğimizden sayfa sayfa yazar, şekillerini (profil, diyagram, kesit, blokdiyagram, harita) çizerdik defterimize (Şimdi düşündükçe hafakanlar basıyor, fakat böylece çizim yapma yeteneğimizi geliştirmişiz, demek ki)

Milli Kütüphane’ye de giderdik.Saraçoğlu Mahallesi yakındı; yolumuzun üzeri. Ayrıca Ankara’yı tanıdıkça keşfettik. Fransız Kültür Merkezi, Alman Kültür Merkezi, İngiliz Kültür Derneği, İtalyan Kültür Ocağı, Türk-Amerikan Kütüphanesi (TAD) vardı. Arkadaşlarım dersler sona erince Kızılay’da gezmeğe çıkarlar, maça giderlerdi. Ben kütüphanelere koşardım. Sergi salonlarında birçok sanatçıyla tanışmışımdır. Ahmed Arif’in şiirleriyle bezenmiş fotoğraflarıyla Fikret Otyam’ı tanımış, söyleşmiştik.

Yabancı kültür merkezlerinin kütüphanelerinde deri ciltli ansiklopediler vardı. Hayranlıkla incelerdim onları. Elçilik mensuplarını görürdüm. Bebeklerinin arabasıyla gelirler, önceden aldıklarını verirler; yenilerini alıp götürürlerdi.Böyle yerlerde tek bit Türk hanım gördüğümü anımsamıyorum. Yabancılardaki okuma alışkanlığına hayran kalıyordum.

Ankara Üniversitesi Mediko-Sosyal Merkezi açıldı. Cahit Külebi’nin Cebeci Köprüsü’ne yakın temiz, hoş bir yapı (Eski Giresun Öğrenci Yurdu) . Kütüphanesi vardı. Okuma salonu, Ankara’nın o eski kış soğuklarında sığındığımız sıcacık bir yerdi. Ben, National Geographic Dergisi’ni ilk orada görmüş ve İngilizce öğrenme kararını o derginin sayfalarını çevirirken, vermiştim.

1969-71 arasında görev yaptığım MTA Enstitüsü’nde 1930’lardan başlayarak yerli yabancı sonsuz, hazine değerinde varsıl bir kütüphane oluşturulmuştu. Arazi mevsimi dışında MTA Yerleşkesinde, okuma salonunda kitapları, dergileri incelemeyi severdim. Bununla yetinmez , kayıtlı üye olduğumdan eve de kitap alır götürürdüm. MTA’nın her ulustan yerbilimcileri de kitaplıklarını buraya bağışladığından giderek büyümüş ve ülkemizin en değerli yerbilim kütüphanesi ortaya çıkmıştı.

1971-78 arasında, Nevşehir’de, Ürgüp’te, Zara’da (Sıvas), Kadışehri’nde (Yozgat) görev yaptığım ortaokul ve liselerde kitaplıkları derli toplu duruma getirme işini üstlendim. Ayrıldıktan sonra, o kitaplıkların kapandığını, mektuplardan, karşılaştığım eski öğrencilerimden duyup üzülmüşümdür . Üst yöneticilere karşı kendilerini göstermek isteyen müdürler kütüphaneleri kapatıp mescit açma yoluna gidiyorlardı.Bir modaydı bu.

…………………

Anıları okurken en çok dikkatimi çeken konu köy enstitülerinde görev yapmış kimi eğitmenlerin kitaplıklara çok önem vermeleri olmuştur.

İlhan Başgöz ( Prof Dr ) rahmetli, Tokat Lisesi’nde edebiyat öğretmeniyken, depoda, sarma kağıdı bile yırtılmamış yüzlerce, binlerce kitap görür. Onlar Saffet Arıkan’ ve Hasan Ali Yücel döneminde basılmış, okullara gönderilmiş Türk ve Dünya (Batı-Doğu) klasikleridir. Başgöz, öğrencileriyle bir imece gerçekleştirir ve 1.5 günlük hafta sonu dinlencesinde meyve kasalarını raf yaparak kitapları bir odada toplar, tozlarını aldırır, temizletir . Öğrencide okuma alışkanlığı böyle başlar.( Başgöz, okuma alışkanlığı kazandırma çabasının armağanını alır ve 1951’de tutuklanır).

Edebiyat öğretmeni Bayatlı Mehmet Aydın da, görev yaptığı köy enstitülerinde kitaplıkları yeniden öğrenciye açma girişiminde başarı kazanır. Pazarören Köy Enstitüsü böyle bir çaba sonucu yeniden kitaplığa kavuşur. Cılavuz-Susuz Köy Enstitüsü de toz toprak içindeki binlerce unutulmuş kitabın kurtarıldığı, öğrenciye yararlandırılan bir eğitim ocağı olur. Çabalar boşa gitmemiştir.

Gazi Eğitim Enstitüsü’nü dağıtan MEB yöneticileri, Türkçenin, edebiyatın filozofu, yazar Adnan Binyazar’ı Ankara’da bir kuytu mahallenin ortaokuluna sürerler. Öğrenciler, harçlıklarıyla , ortamı kirleten ayçiçeği alırlar. Erdal Öz’ün bağışladığı bin kitaba başka yayınevleri de katılır ve gittikçe gelişen bir kitaplık ortaya çıkar. Öğrenci, kitap okuma alışkanlığı kazanır. Ayçiçeğine vermek yerine parasını, kitaba verir. Binyazar Öğretmenim bir kural koyar. Her öğrenci, kitabı okuduktan sonra kitaplığa bağışlayacaktır. Bu kural benimsenir. Binyazar bu okuldan mutlu ayrılır.

……………..

Diş Hekimi bir prof gelir gelmez Rektör Yardımcısı yapılır: Mutahhar Ulusoy ( Soyadında soyluluk, aristokratlık bağırmaktadır ). Belli ki, YÖK Başkanlığı’nda etkili-yetkili birileri Rektör General Sedat Arıtürk’e buyruğunu iletmiştir. ‘’ Gönderdiğimiz Hocayı Yardımcı alacaksın !’’ Sayın Rektör Yardımcısı pek iddialıdır. ‘’Bu üniversitede A’dan Z’ye her şey bozuktur. Düzeltecek olan da benim.’’ Bunu dillendirmese de vücut dili böyle duyurmaktadır çevresine. Sanki haber almışlar gibi, ülkedeki mürteci belde ireyisleri çağdışı, hurafe, safsata neşriyatını, eski malum cerideleri, cilt cilt , cömertçe üniversiteye sağanak gibi yağdırmağa başlarlar. Eğitim Fakültesi’ni temsilen biz de Üniversite Kitaplığı’nı Geliştirme Birimi üyesiyiz. Sözkonusu kitapların Tarih öğretmen adaylarına okutulmasını öneriyor Bay Ulusoy. Ben karşı çıkıyorum, reddediyorum. Etli yüzü kararıyor Beyefendinin. Kaşları devrik, kanlı gözlerini bana dikip sabitliyor: ‘’Ben sana gösteririm Doçent Efendi.’’

Dediğini yapıyor Ulusoy. Bir sonraki yıl toplantıya çağrılmıyorum. Adımızın üzerinden kırmızı çizgi geçmiş.

Kitaplık, kütüphane…Derin acı…

Varlığı iyi güzel; yokluğu bir dert…Geliştirilmesi katmerli dert…

………………….