ORTA ANADOLU’NUN YANIK SESİ; ALİ ERCAN

Doç. Dr. Faruk GÜÇLÜ

Çocukluk yıllarımda köyde Almancıların getirdiği teypler vardı. Ali Ercan’ın kaseti “Kız Miyrem” türküsünü sürekli teybe koyarlar ve tüm köy merakla dinlerdi .Zeynep’im türküsü de derin acılar taşıyordu. Kocasını da Almanya’ya götürmek vaadiyle Almanya’ya giden ve geri dönmeyen bir kadının öyküsü anlatılırdı yanık türküde.

Orta Anadolu’nun yanık sesi,Ali Ercan, 1931'de Niğde’nin İçmeli (Ferhenk) köyünde doğmuştur.Ferhenk, Farsça’da “su yolu”, Rumca da “boğaz” anlamına gelmektedir.

Şiirlerinde “Ercan” ve “Ali Ercan”'ı mahlas olarak kullanan Ali Ercan, kaderin acımasız acılarını yaşamıştır. Babasının adı Ahmet, annesini adı Fatma'dır. Ali Ercan, altı yaşındayken annesi Fatma Hanım'ı, üç ay sonra kardeşi Mustafa'yı ve altı ay sonra da babası Ahmet'i kaybeder. Ercan'ın babası Ahmet Bey, hayatta çok sevdiği eşi Fatma'nın ve oğlu Mustafa'nın ölümüne dayanamayarak "Geliyorum" adlı şiiri yazar ve altı ay sonra hayata veda eder. Böylece Ali Ercan annesiz, babasız ve kardeşsiz tek başına kalmıştır. O yıllarda henüz sosyal devletim tam gelişmediği, Çocuk Esirgeme Kurumu’nun henüz her bölgede olamadığı yıllardır.

Bir yıl kaç kadar babaannesinin yanında kalan Ali Ercan, köyünde ilkokula başlamış ama tamamlayamamıştır. Evin tek erkeği olmanın yüklediği geçim sıkıntısı sebebiyle okulu bırakır ve köyde çobanlığa başlar. O yaşta çoban yamağı(çeltek) olmak O’nun yapabileceği tek iştir. Henüz sekiz yaşında çobanlık yaparken hem saz çalmaya hem de türkü söylemeye başlayan Ercan, askere gidinceye kadar çobanlık yapmıştır. Askerden döndükten sonra evlenmiş ve bu evlilikten Mustafa ve Ahmet adlarında iki oğlu, Feza adında bir kızı dünyaya gelmiştir.

Ali Ercan, Ferhenk köyünden Niğde merkeze taşındıktan sonra saz ustalarından Emin Aldemir ve Aliye Akkılıç ile tanışmıştır. Onların tavsiyeleri ile 18 yaşında İstanbul radyosunun açtığı sınavı kazanıp burada çalışmaya başlar Bir süre sonra aldığı ücretin azlığı sebebiyle işi bırakmak zorunda kalır ve Niğde'ye döner. Daha sonra Ercan, çeşitli işlerde çalışmak üzere Gaziantep ve Adana'ya gider. Bu illerde de bir süre çalıştıktan sonra tekrar Niğde'ye dönmüştür.

1963'te zamanın Niğde Valisi Vefik Kitapçığil’in önerisi ile Niğde, Bahçeli'deki Roma Havuzu Köşk Gazinosunu bir arkadaşıyla kiralayıp çalıştırmaya başlar. Niğde'de tanınan ve namı diğer Anadolu illerine yayılan Ali Ercan düğünlere de davet edilir. Burada da istediği geliri elde edemeyen Ozan bir süre sonra İstanbul'a taşınır. Halen İstanbul'da yaşamakta ve yaz aylarında memleketi Niğde'ye gelmektedir.

Ali Ercan, gezdiği, gördüğü, her yerden etkilenmiş şiirler, destanlar yazmış, ağıtlar yakmıştır. Ercan'ın sazıyla ilk çaldığı türküler "Göklerden çıktım derya yüzüne", "Eminem" ve "A gelin" türküleri olmuştur. Ali Ercan türkülerinde derin acılar, yöresel ağıtlar, birbirine kavuşamayanlar seslendirilir.

Refik Başaran, Avanoslu Selahaddin gibi o dönemde ünlü olan yöresel sanatçılardan da etkilendiği görülmektedir.

Askerlik sonrası Niğde’de düğünlerde saz çalmaya başlayan sanatçı, bir yandan da Halk Eğitimi Merkezinin halk müziği ve bağlama kurslarında öğreticilik de yapmıştır. Ali Ercan, “Adana’ya Bir Kız Geçti Gördün mü?” adlı ilk plak çalışmasının ardından “Karakaş Gözlerin Elmas”, “Adaletin Bu mu Dünya?”, “Kırat Gemini Almış Yol mu Dayanır?” adlı plaklarıyla 1960-1970 yılları arasında tüm yurtta tanınır hale gelmiştir. Niğde türkülerinin tüm yurtta tanınmasına, neden olur. Sanatçı, geçmişten günümüze 300’ün üzerinde eserin altına imzasını atmayı başarmıştır. Bunlardan bazıları; Fadime’m, Bana Kara Diyen Dilber, Gel Kibarım, Kesik Çayır,Al Elmayı Ver Narı, Atım Kalk Gidelim, Niğde Bağları, Fındık Dalları, Fidayda, Adaletin Bu mu Dünya, Kız Meryem,Mendilim Dalda,Kimsesiz Kaldım.

Gerçekten önce annesini, sonra kardeşini ve altı ay içinde babasını kaybeden Ali Ercan ,babaannesi dışında sığınacağı bir yer bulamamıştır. Kimsesiz kalmıştır. Henüz sekiz yaşında yaşadığı bu derin acı ömrü boyunca onda travmalar yaratmış ve türkü olmuş saza yansımıştır.

Ali Ercan’ın sanat hayatını üçe ayırmak mümkündür. Birinci dönem Niğde ve çevresinde yöresel sanatçı olarak tanınır. İkinci dönemde ulusal alanda tanınmış ve popüler kültür ürünleri vermiştir. Üçüncü dönem ise İslami ürünler ve televizyon programlarının olduğu dönemdir.

1978 yılında gece hayatı ve alkol kullanmayı bırakan sanatçı ve hacca da gitmiştir. Alkol kullanmayı bıraktığı esnada “tövbe” isimli eserini yazmıştır. Bu dönemden sonra sürekli ilahi ve ezgi yazmaya başlamıştır.

2015 yılında eşi Nazire Ercan vefat eder ve yalnız yaşamaya başlamıştır. Balmumu heykeli Niğde Kent Müzesinde sergilenmektedir Kaleme aldığı altı adet kitabı vardır; “Karakaş Gözlerin Elmas”, “Niğde Türküleri” (1965), “Saz Öğretmeni” 1977, “Bağlama Öğrenme Metodu ve Sazımla Anadolu” (1981), “Tevbe ve Hac Dönüşü” (1982), “Dönüş” (1986), ve “Doyamadım Muhammed’e” (2005) dir.

Ali Ercan’ın ismi, Niğde de oturduğu sokak olan Sırali Mahallesi’ndeki Çeşmeli Sokak’a bir vefa borcu olarak verilmiştir.

Orta Anadolu’nun yanık sesi, Niğde türkülerinin unutulmaz sesi Ali Ercan gelecek kuşaklara unutulmaz eserler sunmaktadır.

Kaynakça

Sedat Çağlar 25.09.2024 Niğde Haber Gazetesi

Atılgan, Halil (2002). Geçmisten Günümüze Niğde Halk Müziği. Ankara: Kültür Bakanlığı Yay.

Özmen, İsmail (2009). Niğdeli Şair ve Yazarlar. Niğde: Niğde Valiliği Yay

Wikipedi