PROF DR MUHTAR KUTLU

- Türk Halkbiliminde bir yıldız-

Gazetedeki ilanı görünceye dek, Elazığ'da bir üniversite olduğunu, adının da Fırat olduğunu bilmiyordum.

1978 yılının yarıyıl tatilinde , şubat ayında, sınava gireceğimi söylemeden, ana babama, eşime , çocuklarıma da haber vermeden, Nevşehir'de bulamadığım kitapları almak için Ankara'ya gitmeyi bir bahane olarak kullandım.

Yakınlarım alışıktı böyle tuhaf davranışlarıma .

Peki, neden sınav Ankara'da, DTCF'de yapılıyordu ?

Daha önceki sınav Elazığ'da yapılmış ve ''Harput Kalesi / Bozkurtların Yuvası'' diye bağıran MHP'li gençler '' Bu üniversitte bizimdir, Elazığlı olmayanları asistan, okutman olarak alırsanız yakar, yıkar, öldürürüz, '' diye tehdit etmişler...Jüri üyeleri de çekinmişler olay çıkmasından, sınav yapamadan gönmüşler Ankara'ya.

6 Şubat günü önce dil sınavı, ardından coğrafya bilimler sınavı...Toplam 3 aday vardı. En yüksek puanı aldım. İşlemler başladı ve ben Ürgüp Lisesi'ndeki görevime döndüm.

Yarıyıl tatili bitip de bahar yarıyılı dersleri başladığı şubat ortasında öğretmenler odasında arkadaşlara müjdeyi verdim.

'' Arkadaşlar, karşınızda Fırat Üniversitesi coğrafya asistanı duruyor.''

..........................

Basından izliyorduk. Tv, haberlerde veriyordu. Ülke alev alev yanıyordu. Ecevit Hükümeti işbaşındaydı fakat gerçek anlamda bir iktidar yoktu ortada. Her gün çatışıyordu gençler. Karşılıklı misillemeler olağan olaylardı. Ülke nereye gidiyordu, bilen yoktu. Muhalefet iktidarı suçluyordu; Ecevit MC ortaklarını sorumlu tutuyor, kışkırtıcılıkla suçluyordu onları.

İşlemler epey uzun sürdü. O yıl Nisan ayında Lise'yi denetleyen Milli Eğitim Başmüfettişi coğrafya eğitmeniymiş. Derslerime girdi ve '' Senin ortaöğretimden ayrılmana izin vermiyorum, Üniversite'ye geçmene razı değilim, raporumu ona göre yazacağım ,'' dedi.

Fakat yine de ''muvafakat'' verildi ve MEB mensubu olmaktan çıktım, 5 Haziran 1978 günü Fırat Üniversitesi'nde Coğrafya Bölümü asistanı olarak göreve başladım.

Yukarda belirttim; güllük gülistan bir kent değildi Elazığ. Her gün bombalar patlıyordu. Bunlar ''vakai adiye'' olmuştu. Evimizi taşıyamadık korkudan. Eşimin bir ilkokula atanması nasıl olacaktı ? Kim bilir hangi ilçeye, hangi köye verilecekti ? Bunları düşünerek ben Elazığ'da konuk evlerinde bir yaşam sürdürdüm ve kente, bölgeye, üniversite'ye alışmağa çalıştım.

Sınavlar yapıldıktan sonra herkes tatil için memleketine gitme hazırlığına başladı.

Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof Dr Orhan Acıpayamlı'yı ziyaret ettim. Beni sevinçle karşıladı, kucaklayıp kutladı. Bölümler hakkında bilgi verdi:

- Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,

- Sosyal Antropoloji Bölümü,

- Tarih Bölümü,

- Coğrafya Bölümü.

Dekan Bey Sosyal Antropoloji öğretim üyesiydi . Coğrafya dışında üç bölümün öğrencisi vardı. Ben Coğrafya'nın ikinci elemanıydım. Dr Hilmi Karaboran Almanya'dan doktoralı olarak dönmüştü. Coğrafyanın öğrencisi yoktu daha. Diger bölümler için birçok öğretim elemanı Erzurum'dan, Ankara'dan gelip burada ders veriyordu.

Dekan Bey, öğretim elemanlarına haber verdirerek odasında topladı. Gelenlere beni tanıştırdı. Sosyal Antopoljide Dr Halil Narman'ı Nevşehir Müzesi'nden tanıdığımı söyledim. İlginç bir karşılaşma... Almanya'da doktora yapıp dönmüştü. Muhtar Kutlu, Oğuz Aktan...Sanat Tarihçi Bozkurt Ersoy, Psikolog Ayfer Güzel, Celalettin İçmeli, Selahattin Solmaz, Eğitibilimci Ali Güler...Türk Dili ve Edebiyatı bölümü elemanları Zafer Önler, Ahmet Başpınar,Adnan İnce, Fuat Özdemir...

Muhtar Kutlu ile tanışıklığımız o gün başladı.

Sınavlarını sonlandıranlar çizelgeleri teslim ettikçe , yaz tatili ödeneğini alarak , birer ikişer Fakülte'den ayrıldılar.

Ben de kentteki oto satış yerlerini gezip, ikinci el bir otomobil aradım ve daha önceden alışkın olduğum bir Murat 124 satın aldım. Sınırlı sayıda kitabımı, zimmetli daktiloyu ,dosyaları bana verilen odaya, masanın çekmecesine koyup , otomobilime binip Ürgüp'e döndüm.

Vedalaşmak için ortada az sayıda arkadaş kalmıştı. Dekan Bey beni uyardı : '' Burası Lise gibi değildir. Yıllık iznin 4 hafta. Ona göre. Ağustosun 20'sinde burada olmalısın.'' dedi.

40 gün kadar ayrı kaldığım aileme, Ürgüp'e ulaştım.

1978 yazında doktora tezim için ön çalışmaya başlamış oldum. Konu olarak Orta Kızılırmak Bölümü'nün Jeomorfoloisi'ni çalışacaktım. Tez danışmanım Prof Dr Erdoğan Akkan idi.

.........................

Elazığ'ın güz mevsimi güzeldir. Binbir çeşit meyvesini Harput doğumlu İzbırak Reşat Bey hocam anlatırdı. Örneğin Pekinik üzümü, Mollakendi kavunu gibi...

Arkadaşları daha yakından tanımağa başladım. Memleketlerinden, çalışma bölgelerinden birer ikişer geliyorlardı.

Diyaloğumun en iyi olduğu arkadaş Muhtar Kutlu ... Her söyleşide ilginç konulara değiniyor. Sesinin tınısında bir başkalık var. Sürekli okuyor, çevresini gözlüyor, izliyor, eleştiriyor. Belli ki iyi bir Halkbilimci. Ve her konuşmasında ne yapıp edip sözü Prof Dr Sedat Veyis Örnek'e getiriyor. Zara Lisesi'nde de görev yaptığım için Örnek ile bir aşinalığımız da beliriyor.

Muhtar'ın niteliklerini saymakla bitiremeyiz.

Olayları yorumlamada eşsiz, benzersiz.

Kitap kurdu.

Fotograf arşivi olağanüstü varsıl.

Öğrencileriyle diyaloğu son derece düzenli, sayılıyor ve seviliyor.

Anılarını anlatmayı seviyor; babası Havacı; çocukluğu Merzifon ve Eskişehir'de geçmiş, sonra aile Ankara'ya yerleşmiş. Porsuk Irmağı boylarını öyle anllatıyor ki belgesel film seyretmiş gibi oluyorum.

Doğduğu Uluborlu ilçesine nostaljik duygularla bağlı...

......................

Bölüm bölüm yazıp, incelenmesi için Ankara'ya, İstanbul'a götürdüğüm doktora tezimle ilgili yolculuklarımda en başta Muhtar'ın siparişlerini arayıp buluyorum. Kütüphanelerde eski dergilerden fotokopiler, sahaflardan eski kitaplar...Bunları angarya kabul etmiyoruz, zevkle yapıyoruz. Sürprizleri sever o. Öyleyse ! Bir orijinal kitap, dergi onu nasıl mutlu eder...

Almanya'da kitaplarımı yayımlayan Ahmet Çelik bana bir video kamera armağan etmişti. Büyüktü, ağırdı. Şimdikiler gibi değil. Onu alıp Isparta'ya gittim. Eğirdir Gölü kıyılarını Yeşil Ada'yı, Can Ada'yı fime çektim. Uluborlu ilçe merkezi bana pek sevimli göründü. Kalesine çıktım. Harika bir cami vardı; cemaatsiz kalmış; apaydınlık. Sokaklarında gezerken baktım, eski bir konağın avlusunda fındık ağacı, dallarını dışarıya taşırmış. Tam o sırada bir genç dışarı çıkıp yanıma geldi. Son derece kibar; hoş geliş etti ve beni eve davet etti. Hemen bir sofra kuruldu. Meğer beni karşılayan delikanlı Kurtalan İlçesi Yargıcı imiş. Aile de Prof Dr Neşet Çağatay ( Tarihçi, dinbilimci, rektör) 'ın akrabasıymış. Fındık ağacının içerden de filmini çektim. Toplanan fındıkları çantama doldurdular. Onları özenle sakladım. Elazığ'a dönünce bir akşam video kaseti aygıta sürüp o yaz yaptığım yolculuğu seyretmelerini sağladım. Tam o güzel ev göründüğü zaman, çantamdan çıkardığım fındıkları Muhtar'a ikram ettim. Seviçle haykırdı kalktı ayağa, beni kucakladı...Hoş bir sürpriz olmuştu..

Çemişgezek yolculuğumuz...Yılanlı Dağ yamaçlarında Şavakl Aşiretinin bir obası...Doktora tezi ile ilgili soruları var. Yanıtları alıyor, fotograflarını çekiyor...

Keban Baraj Gölü kıyılarında kışlık yaşama alanları...Benim otomobilime binip gidiyoruz. Kışın bile çadırda kalıyor aşiretin üyeleri. Adını unutmadığım Kumru Ana...Muhtar'ın her sorduğu soruya güzel, içten, gülümseyerek yanıt veriyor.

Tunceli-Pülümür...Bağırbaba Dağları ve Yaylaları...Konuk ediyor aşiret bizi. Harika fotograflar çekiyoruz ( Bazıları yarışmalarda ödül de kazandı ) .Bizi özel konuk olarak ağırlıyorlar. Çektiğimiz fotograflardan bazılarını Elazığ'da karta bastırıp, büyütüp , verdikleri adrese gönderiyoruz daha sonra...

Ben Orta Kızılırmak Yöresi'nde çalışırken Muhtar da Munzur Dağları'nda Şavak Aşiret'ni inceliyor . Bir yaz mevsimi onlarla birlikte yaylada yaşıyor. Tüm yaşamlarına katılıyor, ortak oluyor. Ayrılık gayrılık yok. Orada geçirdiği günler öylesine dolu ki, yıllar boyunca Muhtar, birçok sempozyumda, kollokyumda Şavak konulu bildirilerini sundu ve dinleyenlerden daima tam not aldı.

Hazar Gölü kıyılarına gidişlerimiz...

Tatvan'a doğru giden trene binip , Palu'da inip dere tepe, Murat boylarında koyaklarda yürüyüşlerimiz...

En güzeli Kemaliye gezimiz...Sevgili arkadaşımız Lütfi Özgüaydı'ın şatosunda, annesinin leziz yemeklerinin tadına bakarak geçirdiğimiz iki gün...Unutulmaz anılar onlar...

Rektör Prof Dr Arif Çalar iyi bildi değerini Muhtar'ın. Konferansların, toplantıların sunuculuğunu yaptırdı ona.

Bu arada 1980 yılında bir büyük acı da yaşadı sevgili arkadaşım. Bir yürek durması sonucu sevgili öğretmenimiz Prof Dr Sedat Veyis Örnek bu dünyadan ayrıldı. Tv haberlerinde duyar dymaz hemen bir Ankara otobüsüne atlayıp , ertesi gün DTCF önündeki törene yetişip , o uluğ insanın tabutuna omuz verdi. 2 gün sonra dönüp geldiğinde , bize anlatırken hala ağlıyordu ( Oysa, hep neşeli, sevinçliydi ve kolay kolay gözleri yaşarmazdı ).

Örnek Hoca gidince bir bocalama ortaya çıktı. Fakat Orhan Acıpayamlı üstlendi tez danışmanlığını ve pek de zaman yitimi olmadan tezini savunup Dr unvanını aldı.

YÖK Yasası ile birlikte bölümlerde ayrılmalar, ad değiştirmeler ortaya çıkıyordu. Sosyal Antropoloji Bölümü kapatıldı. Sosyoloji Bölümü açıldı. Fakat eski öğrencilerin mağduriyetine izin verilmedi.

Muhtar sosyal demokrat düşüncedeydi. İnancını hiç çekinmeden savunurdu. Cumhuriyet gazetesinin sürekli okuruydu. Tarih, TDE bölümlerinden bir ''güruh'' bizi düşman belledi. Sanki biz vatan hainiyiz. Muhtar , özellikle Arif Çağlar'ın görev süresinin sona ermesiyle Fırat Üniversitesi'nde rahatsız olmağa başladı. '' Önce elindeki mikrofonu alacağız,'' diye diş bileyenler Prof Eyup İspir rektör olunca düşüncelerini gerçekleştirdiler. Muhtar da Ankara'ya, mezun olduğu DTCF'ye taşındı. Artık orada ders verecek, bilimsel çalışmalarını orada yürütecekti.

Biz Diyarbakır'a taşındıktan sonra da Fırat Üniversitesi ile bağlantımız sürdü. Yüksek Lisans ve doktora tez savunmalarında jüri üyesi olarak ben yıllar boyu çağrıldım. 150 km yolculuğu göze alıp görevimizi yerine getirdik. Fırat'ta olduğu sürece her gidişimde Muhtar ile buluşup söyleştik, eski günleri andık, bazı belgesel film çalışmaları planladık...

Ankara'ya gittiğim, toplantılara katıldığım günlerde de DTCF'de Muhtar'ı ziyaret ederdim. Bir doktora tez savunmasında aynı yarkurulda üyeydik. Zahmet vermemek için bazen Ankara'da olduğumu bildirmez; Başkent Öğretmen Evi'nde kalırdım. Haberi olsa, evine götürüp konuk edecek. Öğrendiği zaman bana kızar, gücenirdi.

Halkbilimci olarak Muhtar birçok ülkeye geziler de yaptı. Bildiğim kadarıyla Kıbrıs, Kırgızistan, Makedonya, Yakutistan'da konusuyla ilgili araştırmalar yaptı, belgesel filmler çekti.

Bir ay önce haber aldık. Sevgili kardeşim yoğun bakımdaymış. Daha önce de bir bypass ameliyatı geçirmişti.Diken üstündeydik. Her an acı haber gelebilirdi.

27 Haziran günü Muhtar Kutlu arkadaşım sonsuzluğa yürüdü. İyi bir dost, güvenilir bir kardeşti o. Her şeyden önce insan...

Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş. Onu unutmayacağız. Eşi Sumru Hanıma, çocukları Zeynep'e, Umur'a başsağlığı diliyoruz. Onların acıları bizim acımızdır...