Servet Göncü Beğ’in Resim Dersi

“ Zırnık alamazsınız benden,zırnık ! “

Bar bar bağırıyordu Servet Beğ .  Derslikte ileri geri ,sinirli sinirli yürüyor, arada sıralara çarptığı da oluyor…Titriyor tüm gövdesi.

Çilli elleriyle havayı tokaçlıyor…

Sesi çın çın ötüyor .

Yıl 1961. Mayıs ortaları… İlin tek lisesi. Dersimiz resim.

Gözlerinden sanki alevler çıkıyor hocanın. Öylesine öfkeli.

Süklüm püklüm arkadaşlar, oturmuşlar sıralarına, önlerine bakıyorlar.

Zor durumdalar. Eğer geçer not alamazlarsa 3 yıllık lise 4 , 5 yıl da olabilir.

Servet  Beğ ünlü bu konuda. Taktı mı takar.

Bir öğrenci ağzıyla kuş tutsa, geçemez sınıfını.

Bitiremez okulunu.

…………………

“ Emrullah, herkese yardım edersin, bana da bir resim yap da,  kurtulayım hocadan!..”

………………….

“ Emrullah,  ne olur sanki, kaç dakkanı alır, bana bi resim yapıver ! “

………………….

“ Emrullah, bunca yıllık dostluğumuz var be. Dur bakiiim,1958’den bu yana.Hesabet gayri. Gösder arkadaşlığını, bana da bi resim yap…Olur değil mi, olur. Kağıdını, boyasını vereceğim. İsdersen, dakikasını hesabet; emeğinin karşılığını, parasını ödeyeyim. ”

………………

Kendi işime gücüme bakamıyorum.

Öylesine yoğun  ki istekler.

Fakat, arkadaşları da kırmak olmuyor. Bunca yıllık hukukumuz var.

Binbir zorluk içinde yaşayan, köylerinden çıkıp gelmiş garip arkadaşlarımı çok seviyorum.

İçlerinde takdir ettiğim dostlarım var.

Şiir yazan, roman deneyen, matematikte ileri, Fransızcada üstün…

İlgisiz kalınca güceniyorlar. Önemsenmediklerini sanıyorlar. Küsüyorlar.

“ Anladık, anladık ! Biz de seni adam bildiydik lan.  Göre’den adam çıkmaz derlerdi de,  inanmazdım.  Siz, zaten Niğde yolunda giden gamyonlara  daş atmaktan başga bir şey yapmazsınız. Muzır mahlukatsınız .”

……………………….

Servet Beğ derslikte geziyor sıraların arasında.

Çilli benekli elini tehditkar sallıyor.

“ Demek, bunu sen yaptın öyle mi, Alaaddin efendi ? Göster şimdi marifetini, hadi! “

Alaaddin Sırakaya korkmuş. Güzel yüzü sararıyor, kızarıyor, bozarıyor.

Fakat, gülümsemeğe çalışıyor. Bana bakmamağa çalışıyor.

Yavaş yavaş, ehil ehil karşılık veriyor.

“ Hocam, siz böyle başımda dururken yapamam ki.”

“ Sen kimi kandırıyorsun be ? Bu, bal gibi Emrullah’ın çizgileri.  Ben derrrhal anlarım. Siz giderken ben geliyordum yavruuum…Vay vay vayyy ! “

………………………….

“Al bir tane daha. Yahu siz hocanızı aptal mı sanıyorsunuz. Bu, Emrullah’ın fırçası. Onun üslubu. Alnımda benim, saf mı yazıyor?  Anlamam mı sanıyorsunuz Allah’ın öküzleri?

“ Hocam, vallahi de tallahi de ben yaptım.”

“ Sus ! Bir de Allah’ın adını ağzına alma. Yalanına onu da ortak etme! “

…………………………

“ İbreti alem için sizlere geçer not veriyorum. Hadi kurtuldunuz yine.  Amma, Emrullah’ı bütünlemeye bırakıyorum.  Kendi resmine sizinkiler kadar emek vermediği  ve zaman ayırmadığı  için.”

……………………….

Arkadaşlar sevinçli. Dersten sonra gelip tek tek kucaklıyorlar beni.

“Lan Emrullah, 32 dişe keman çaldıran , tazecik gızlara göbek attıran gazoz benden!”

“Göreliler hakkında söylediğim sözleri hepten geri alıyorum aziz dostum.’’

‘’ Sana Nevşeer simidi alacaam, içine de 100 gram helva yatıracam. Göre’ye giderken acıkmış olursun; yersin ! ‘’

‘’ Senin gibi arkadaş tanımadım şu dünyada valla, sağol lan!”

“ Azizim, ömrüm boyunca unutmayacağım bu iyiliğini !”

‘’ Tahinli simit ikram edeceğim sana, yiye yiye gidersin Göre’ye.’’

Ben bütünlemeye kalıyor muyum?

Hayır.

Resim  , benim en başarılı olduğum ders. En yüksek not  ile geçiyorum.

………………………….

Aradan 2 yıl geçiyor.

Nevşehir’de karşılaşıyoruz  Servet  Beğ ile. Büyük Sinema’nın önünde.

Nerede okuduğumu soruyor. Ankara Üniversitesi, Coğrafya Enstitüsü, diyorum.

“ Aptal, aptaaal ! Herkes coğrafya öğretmeni olur amma,  ressam olamaz.Ben, sende ressam kumaşı görmüştüm. Biraz gayret etseydin mimar da olabilirdin. Yazık etmişsin kendine. Gençliğine yazık ! “

Güzel bir ağustos günüydü. Sıcak…

Baktım, Kurşunlu Cami’ nin kubbesi  ıpıl ıpıl parlıyordu güneş altında.

Muşkara köyünde belki bir küçük mescit vardı kale ile Göre Çayı koyağı na inen yamaçta, birkaç yoksul evin arasında. 1725’de Sadrazam Muşkaralı Damat İbrahim Paşa, yöredeki Göçer-konar Türkmen obaları gelip yerleşsin diye, Ermeni mimara bir cami yapmasını buyurmuştu .

Sanat tarihi dersimizde, Servet  Beğ ile, Damad İbrahim Paşa Külliyesi’ni gezmiştik.

Sevgili arkadaşım Fazıl, iyi bildiği camiyi gezdirmiş, anlatmıştı bize özelliklerini.

Bazı ağaçların kesilmesine üzülmüştük de,  Fazıl, şadırvanın sütunlarının bu ağaçların kökleri nedeniyle  dik duruşlarının bozulduğunu, eğildiklerini , ol nedenle kesildiklerini açıklamıştı.

Servet Beğ öğretmenime gülümsedim.

Başka bir şey demedi artık orada, ayrıldık.

Yaşımız 18 idi.

Genç idik, iyimser idik.

Geleceğe gülümseyerek bakıyor idik.

…………………………..