KAFKAS, GÖÇGÜNLER, SOFULAR KÖYÜ, KUTSAL KİTAP
Kayseri Paşası Abdülkerim...Dindar, sevilen bir mülkiyeli sivil paşa.
En çok kendisini meşgul eden konu Muhacirin-i Çerakese denilen Kafkasya göçgünlerinin iskanı.
Konağına gelenler...İstekte bulunanlar...Şikayet edenler...
Uzunyayla'da Aziziye: En önemli iskan yeri.
Afşarlar ayaklanıyor yaylaklarına Çerkesler yerleştirilince.
Abdülkerim Paşa danışmanlarına soruyor. Düşünceleri nedir?
'' Paşam, Vilayetimizin Ürküp Kazasında boş yerler var. Beş aileyi oraya yerleştirelim.''
'' Paşam, Göynük köyüne de yerleştirelim beş aileyi.''
Paşa rahatlıyor. Çünkü Afşarlar ile Kafkasya göçgünleri arasındaki kavga haberleri İstanbul'a ulaşırsa Sultan Aziz öfkelenir , belki Kayseri Paşasını sürgüne, Fizan’a yollar.
Ürküp Kazasına gelen beş aile Sofular Köyüne sığınıyor.
Kısa sürede uyum sağlıyorlar. Türkçe öğreniyorlar. Yorgun, ama gururlu insanlar. Önce köyün kaya mağaralarını eve dönüştürüyorlar. Sonra o mağaraların önüne yonu taşından güzel odalar yapıyorlar.At yetiştiriyorlar. Pazarlarda pek yeğlenen cins atlar... Temiz bir yaşam sürdürüyorlar. Uzun boylu,ince belli güzel Çerkes, Çeçen kızları, köy delikanlılarının evlenmek için ilgi gösterdikleri kızlar.
Aradan bir yıl geçiyor. Kayseri Paşası merak ediyor.

'' Yahu biz bu Kafkas insanlarını Ürküp'e gönderdik. Amma velakin vaziyetleri nedir, ne haldedirler? Gidip bir bakalım''.
Paşa yaveri, maiyetiyle iki gösterişli Uzunyayla ırkı atın çektiği yaylısına biniyor, Sofular Köyüne geliyor. Tesbih Ağa köydeki Çerkeslerin başı. Paşa'ya büyük saygı gösteriyor. Kahve zor bulunuyor. Fakat, Paşa daha gelmeden, Tesbih Ağa öğrenmiş onun kahve düşkünlüğünü. Hazır bulunduruyor. Gösterişli giysiler içinde kızlar hizmeti hiç aksatmadan yerine getiriyorlar. Paşanın maiyetindeki genç zabitlerin bıyık burmalarıa aldırmıyorlar, gururla , sıra sıra dikilip hizmet için bekliyorlar.
Paşa, gördüğü ilgiden mutludur. Marifetli kadınlar nefis Kafkas yemekleriyle şölen veriyorlar Paşa'ya, maiyeti erkanına. Üzerine kahveler geliyor...Gözyaşlarını tutamıyor Paşa. Bu devirde, facialar yaşamış, vatanından didergin olmuş bu insanlarda böyle yüksek dereceli görgü, görenek... Tesbih Ağa, oğlu Ali, Paşa'nın elini öpüyorlar. Yaşlı kadınlar uzak duruyor. Genç zabitlerin umdukları olmuyor, güzel gelinlik kızlardan yüz bulamıyorlar.
Paşa yaverinin kulağına fısır fısır birşey söylüyor. Biraz sonra geliyor istenen. Bir halı heybenin gözünden bir bohça çıkarıyor. Altın işmeli, göz kamaştıran güzellikte atlas kumaştan. Bohçayı çözüyor Paşa, Kur'anı Kerim...Ellerinin titremesi gözlerden kaçmıyor. Öpüyor üç kez. Gözlerinden dökülen yaşlar, ağaran sakalı üzerinden kayıp üniformasına dökülüyor. Sesi titriyor Paşa’nın, konuşurken.
'' Bizi misafir etmenden bahtiyar olduk. Bu benim sana armağanımdır Tesbih Ağa. Elyazması Kur'anı Azimüşşan...Pek değerlidir. Dedelerimden kalma; 300 senelik. İstanbul'da, tüm memalik-i Osmaniye'de bulunması müşküldür bu eserin. Kıymetini bil, ona göre.''
Tesbih Ağa öpüyor Kur'anı Kerim'i. Ali'ye veriyor. O da öpüyor.Bağrına bastırıyor.
Paşa'yı uğurluyorlar.

Sofular Köyünün gençleri, Paşa'yı at binmiş olarak, uğurluyorlar.
Havaya ateş ederek tüfekleriyle...
........................
Ana anaçtır. Varlığı ile çocuklarını toplar çevresine.
O göçüp gidince, görev babaya düşer.
Baba ağaçtır. Meyvesi olmasa da olur; gölgesi yeter.
O gidince ne olur? Dünya artık eski dünya değildir. Boşalıverir...
...........
Ana ayrı, baba bir kardeşler...
Büyük ağabey göçediyor. Evde yas var. Kuran'ı Kerim okuyor yakındaki caminin güzel sesli imamı.
Ağabeyin ölümü bacısının umurunda değil.
Gözü çevrede. Nerede ne var; düşünceli. Bakıyor, elliyor. Dolapları, kimse ayırdına varmadan, gözden geçiriyor.Odadan odaya geziyor. Merhumun kızları derin bir acı içinde, halalarının gezmesini umursamıyorlar. Varsın gezsin. Demek, özlemiş.
Aradığını buluyor sonunda. Gözleri ışıldıyor. İşlemeli bir bohça içinde saklanmış. Bayramlarda çıkarılıp okunmuş, sonra yine saygıyla, sevgiyle sarılmış, dolapta dip bir yere konulmuş.
Nedir bulduğu halanın. İki Kur'anı Kerim...
'' Ben de bilirim okumasını,'' diyor çevresindekilere.
Biliyor hangisi değerli. Matbu olanı bırakıyor bohçada. El yazması olanı torbasına koyuyor.
Kimse görmedi sanıyor, ama kuşkulanan birisi var. Gözlüyor, izliyor.
Hala hanım sanki mektebe gitmiş de kıraatı öğrenmiş.
...............
Aradan altı ay geçiyor. Acılar yokolmasa da, diniyor. Ömrün olağan akışı bu. Doğa yasası. Elden gelen bir şey yok. Gidenler geri gelmiyor.
Ailenin oğlu, gelini Mersin'den geliyorlar.
Biliyorlar babalarına armağan edilmiş bir elyazması Kur'anı Kerim olduğunu.
Arıyor; yok. Nerede? Açıklanıyor.
Derin bir acı...
'' Nasıl olur? Bu halada hiç mi saygı yok, nasıl alır, hırsızlama. Aile bireylerine haber vermeden?''
''............''
'' Nasıl yapalım da geri alalım. Yadigardır. Babamızın bize armağanıdır.''
'' ............ ''
Yanıtı yok. Yapılacak bir eylem yok. Haladır. Saygı duyulur...
Sonrası bilinmiyor artık. Evin duvarında asılı mushaf içinde miydi? Nerede saklandı. Hep korku içinde, aile bireylerinin biri gelir de alıp götürür diye...
Sonra Kayseri...Eski kitap nedir, bilen birisine mi gösterildi?
Yoksa bir İstanbul yolculuğunda sahaflara gösterildi de, elden çıkarıldı mı, bilinmiyor...
Gitti gider...