Hayatta her insan, başarılı olmak ve belirli bir yere gelmek konusunda hassasiyet gösterir.
Var olabilmenin diğer adıdır çoğu zaman başarı. Bu, insanın ona yüklediği anlamla ilgilidir. Mesela o anlamın içinde geleceği vardır,kabullenilme ya da reddedilme durumu vardır, kıyaslanması vardır bir de bu işin, elalemin çok çalışkan kızıyla/oğluyla. Bütün bunlar işin içine girince pek tabii kaygı basıyor insanı.
"Ya kazanamazsam, ya başarılı olamazsam?"
Evet kaygı somut ve gerçekleşmiş bir tehlike ile değil soyut ve henüz gerçekleşmemiş bir durumla alakalıdır. Yani zihnin kurgusudur; ancak insan onunla baş etmekte çok zorlanır. Zira kesinmiş gibi canlandırır zihin onu,hem de bir çok senaryo eşliğinde.
Duygular bilinçaltından gelen çoğu zaman anlamlandıramadığımız süreçlerdir ve kaynağı bütünüyle toplumsal arka plan ile alakalıdır. Tabi aile yapımız, genetik yatkınlığımız vs. Hiçbirimiz bundan bağımsız hissedemeyiz. Dolayısıyla çocuğumuzda gördüğümüz kaygı düzeyi ve boyutu çoğunlukla bizden aldıkları ya da alamadıklarıyla alakalıdır. Bunu okuyunca da ebeveynlerin suçluluk duygusuna kapılmasını istemiyorum zira onlar da kendi ebeveynlerinden aldılar bunu. O halde insanın rolü nedir bu durumda, kaygıyı yaşayan genç
ya da ebeveyn olarak ne yapmalıdır?
Kaygı, belirli bir düzeyde ise sağlıklı ve işlevseldir. Ancak aşırı düzeyde ise, burada performansı düşüren bir unsura dönüşür. Kişi çalıştıkça yetersiz hisseder ve giderek sonuç kötüye gider.
Bazen de kaygının yetersiz olduğu durumlar vardır. Kişi yeterince kaygılı olmadığı için motivasyonu da düşüktür. Genellikle bu gibi durumlarda hedef belirli değildir, çok önemli de değildir.
Bazen de müthiş bir umursamazlık ile karşı karşıyayızdır. Bu tarz durumlarda aslolan gizli bir depresyon sürecinin işleyişidir. Kişi kendisi bile bu sürecin farkında değildir ve genellikle bu tarz gençler bir şeylerin bağımlısıdır. Bu bazen internette sanal alem,bazen oyunlar, bazen uyuşturucu madde olabilmektedir.
* Kişi aşırı kaygılı ise olması gereken ilk önce bunun farkında olması ve bunu kabullemesidir. Çünkü genellikle bunu yaşayan kişi kendisinin normal olduğunu düşünür.
* İkincisi " ya şöyle olursa..." şeklinde başlayan kaygı senaryolarını tespit edip bunların zihninde devamını getirmesi, kendisini bu korkuya maruz bırakması gerekir. Bu felaket senaryolarını yazıp olabilecek en korkunç alternatifleri canlandırıp, " Böyle olursa ne olur, sonrasında ne olur?" diyerek sürecin devamını izlemesi gerekir.
* Kesinlikle uyku düzenine, sağlıklı beslenmeye dikkat etmesi, psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarını ötelememesi gerekir.
* Kaygısı düşük olan gencin ise öncelikle kendisine bir var oluş ideali belirlemesi gerekir. Hayatın anlamı ve bu hayatta var olmasının misyonu ile ilgili, mevcut koşulların el verdiği ölçüde ne yapabilecekse bir hedef belirleyip, bunun için gayret etmesi gerekir.
* " Ben yapamam " diyen bir iç sesiniz varsa, bilin ki bu ses size ait değil; bilinçdışı çöplüğünden gelen bir sestir.
İnsan bilinç dışından aldığı sesleri önemseyip, onlara inandığı anda kaybedecektir. O sesleri durduramayabiliriz ancak onlara inanıp inanmamak bizim elimizdedir ve bu bir tercihtir.
* Ebeveyn olarak ise yaklaşımlarımızın, çocuğumuzun ihtiyacı doğrultusunda ve onu teşvik edici şekilde olması gerekir. Ancak bu teşvik etme ona aşırı güvenerek ve bunu her seferinde ifade ederek değil (zira bu durum gençlerde beklenti baskısı oluşturmaktadır) ; tek bir doğruya tutunmadan, içinde bulunduğumuz bağlam doğrultusunda, doğru olanı deneyerek olmalıdır.
Lütfen sabit doğru ile hareket etmeyelim. Sorun çoğu zaman, ezberlediğimiz doğrulardan vaz geçmediğimiz, buna rağmen de farklı sonuçlar beklediğimiz için çözümlenememektedir.
Karşımızdaki insanı,koşullarını, kapasitesini ve kendimizi gözlemleyerek çözüm üretmemiz gerekir. Bu her zaman anlayışlı ve destekleyici olmamızı gerekli kılmayabilir. Bazen de dozunu kaçırmadan acıtmak, yüzleştirmek ya da belirleyici olmak da gerekebilir.
Hayatta her şey dozunu aştığında sorun teşkil eder. Dengeyi bulabilmek ümidi ile...

Fatma Çakır Çalışkan
Psikolog/Psikoterapist