YABANCI DİL VE YAPIDA EROZYON

Dillerin birbirleriyle etkileşmesi doğaldır. Türk vatandaşının Türk diline sahip çıkması hem hakkıdır hem görevidir. Dilimizi iyi bilip iyi kullanırsak anlama ve ifade gücümüzü artırdığımız gibi kendi varlığımıza da hizmet etmiş oluruz. Yunus Emre’nin şiirlerinde kullandığı dil o gün konuşulan dildir. Ne yazık ki tarihi süreç içerisinde dilimiz, gırtlak yapımıza da uymayan Arapça tarafından istilaya uğramıştır. Farsçanın bu pastadan pay alması yetmezmiş gibi birde Osmanlıca çıkmıştı. Osmanlıca saray dili olarak da kabul edilmekteydi. Tüm bu durumlar Osmanlının esas varisi olan Türk unsurlarıyla araya perdeler çekmişti. Bu yüzden Anadolu’da okuma yazma bilenlerin oranı oldukça düşüktü. Bu vaziyet Cumhuriyetin ilanına kadar böyle geldi böyle gitti. Bazı okuyucuların Arapçaya laf söylediğim için bana kızacaklardır. Efendim okuduğunun anlamını bileceksin. Bazı bilmezler veya başka niyetleri olanlar Arapçayı din dili olarak kabul ederler ve halk tarafından da kabul görmesi için çabalarlar. Son günlerde dilimize zarar veren bazı argo kelimler de edebiyat yazılımına girmese de serbest hayatta sıklıkça ve bilinçsizce kullanılıyor. Son on yıllarca bilim dili, batı dili diye Latince ve diğer Avrupa dilleri de lisanımızı erozyona uğratmaktadır. Hani günde kaç farklı kelime kullanıyoruz veya kelime haznemiz ne kadar? Okuyor muyuz? Yoksa sadece dinliyor muyuz? Bakın o zaman yönlendirile bilirsiniz. Bir edebiyat hocam vardı, anlattığı cümledeki bir kelimeyi; Latincesi şu, Arapçası şu, İngilizcesi şu derdi. Bizde “Helal olsun tüm bunları nasıl da biliyor.” Derdik. Oysa bizler on beş yaşından daha küçüktük. Ne gerek vardı diye şimdi düşünüyorum.

Osmanlı İmparatorluğunun yıkılış zamanlarında ya ehliyetsiz ve kifayetsiz ya da art niyetli hoca kılıklılar tarafından Birçok kutsal değerimiz istismara uğramıştır. Elizabeth Bacon’un “Esir Orta Asya” Kitabında bu konuları derinlemesine işlemiştir. Okumanın en büyük faydasının kaynağın çıkış noktasına varılmasıdır. Bir konu üzerinde değişik kaynaklardan faydalanmaktır.

Birkaç elzem konuya için İslam İlmihali kitabını okumaya başladım. Kitapta kullanılan yabancı kelimeler (Arapça ve Farsça) insanın öğrenme arzusu karşısında aşılmaz setler gibi durmaktaydı. Bazı bu yabancı kelimelerin anlamları açıklanma yoluna gitse de bu yetmemekteydi.

Kitabın bir ilim kitabı olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Lâkin bu kitabın okuyucu hedef kitlesinin de göz önüne alınmasının bence daha isabetli olacağına inanıyorum. Bu kitabı en düzgün bir şekilde anlamak için okurun en az İlahiyat mezunu olması gerektiğine de inanıyorum. Bu kitap eğer İlahiyatçılar için yazıldıysa eminim bu konuları zaten kendileri biliyorlardır.

Aynı durumla Said’i Nursi’nin “Risale i Nur” kitabında da karşılaşmıştım. Okuyorum, kitap kullanılan yabancı kelimeler yüzünden akıcılığını kaybetmişti. Okuduğumu anlamak istiyordum. Yazı metinlerini tam dört sefer okudum. Yanımda sözlükler vardı. Ancak anlaya bildim. Yazı metinleri harika anlamlar taşıyor, güzel mesajlar veriyordu. Bu yabancı dil konusunu o zamanlar tanıdığım cemaat üyesi arkadaşıma sormuştum. O da kesin bir cevap veremedi. Lemanları sadece bir örnek olarak verdim. Cemaati veya ilgili kitleleri ilgilendiriyor. Oysa ilmihal koskoca kitleleri ilgilendiriyor. Fark ta buradaydı…

Kitabın al benisinin güçlü olmasının nedenlerden biri de akıcı olmasındadır. En basit bir şekilde okumak, en basit bir şekilde okuduğunu anlamak, kitlelere daha iyi bir ilmihal bilgisi vereceğine inanıyorum. İnsanlarımızın büyük bir kısmının İlk öğretim ve lise kurumlarında öğretim aldığını düşünürsek, zavallı meramımı daha iyi anlatmış olacağıma inanıyorum.

Tarihi süreçlerde de bu gibi sorunlar tabu olsa da yaşanmıştır. Okuma yazma oranlarının yok denecek kadar az olduğu tarihlerde art niyetli güya din adamı görünümlü kimselerin kutsal dinimize bir sürü hurafe sokacağı ve birçok dini kıymetli bilgilerin değerlerini azaltacağı ve hatta yok sayacağı olasılıklarını da göz ardı edemeyiz. Oysa halk kitleleri Kuranı Kerimin öğretisini, Müslümanın ruhi ve davranış, yaşayış disiplinin en doğru ve yalın bir şekilde anlaşıla bilirliği önemli bir konudur.

Günümüz İslam dünyasında yaşanan problemlerin bireyde veya toplumda ahlaki yapımız olan; Takva, hikmet, iffet, doğruluk ve dürüstlük, tevazu konularının iyi anlaşılmadığını, dolayısı ile yaşanmadığını göstermiyor mu? Yaşadığımız devirde kitap okuma oranının azalarak azaldığını da görmekteyiz. Tüm bunlar düşünüldüğünde Diyanetin bir strateji ortaya koyması gerektiğine de inanıyorum.

İLMUHALDEN BAKTIĞIM KONULAR.

Yarım asırdır amatör olarak müzikle uğraşıyorum. Hayatımdaki tek profesyonel olduğum konuda satrançtır. Satrançta; Hakemlik, antrenörlük, oyunculuk yaptığım bir spor dalıdır. Bu iki konuda da iyi şeyler yazılmamış. Dinimize göre kesin bir hükmün olmamasının yanında, fikirler ileri sürülmüş ve karşı fikirler de ele alınmaya çalışıldığını görmekteyiz. Örneğin müzik, kesin bir hüküm göremedim. Yanıla bilirim de… Lâkin müzik ehli hocalar da vardır. Hacı Arif Bey ve Hammami Dede Efendi, Sadettin Kaynak bunlara en bilinen örnektir diye düşünüyorum. Yöremizde Saatçi Hocanın makam kalıplarını bilebildiği söylenir. Tüm Anadolu’da ozanlar vardır. Bundan yıllarca önce sazın günah olup olmadığını bir büyüğüme sormuştum. Bana harama meze yapma demişti. O da bu konuyu İmam Gazali’nin kitabında karşılaştığını söylemişti. Günümüzde sanatın bir dalı olarak kabul görmekte, okullarda ders olarak gösterilmektedir. Şahsen ben bir zararını görmedim. Harama meze yapmaya çalıştılar, içki vs. kullanmadım. Ya değilse haram ve kötülük her yerdedir.

Satranca bakmıştım. Zira hayatımda tek profesyonel olduğum daldı. İlmihalde zaman öldüren mealinde geçmektedir. Kesin bir hüküm olmamakla birlikte bazı tezler sunulmuştur. Günümüzde zaman öldürecek o kadar çok uğraşı vardır ki insanın aklı şaşar. Oysa satrancın günümüzde bir zihin sporu olduğu ispatlanmıştır. Derslere girmiş, düzenlenen turnuvalar yerelden, okul bazından ta yurt dışına kadar taşmıştır. Bu sayede gençlerimizi, çocuklarımızı zihinsel ve sosyal olarak geliştirmektedir. Bence satrancın en önemli özelliklerinden biri çocuklarımızdaki sınav stresini yenmelerini sağlamasıdır. Bu önemli olayın çocuklarımıza kazandırdığı avantajları siz hesap ediniz. Gözlemlerimden biride, satrançla ilgilenen çocukların derslerinde de başarılı olmalarıdır. Ayrıca turnuvalarda kendi gibi çocuklarla tanışıp sosyalliğini geliştirmenin yanında insanı ve toplumu okuya bilme becerilerine de katkı sağlamaktadır. Çocuklarda satrancın en önemli avantajı başarının tadına varmalarıdır. Başarıyla tanışan bir çocuk hep başarmak isteyecektir. Bu sayede daha çok çalışma eğilimde olduğu kadar, saygı gösterirse saygı göreceğinin de bilinci içerisinde olacaktır. Bu durum çocuk için önemli olduğu kadar aile ve toplum içinde önemlidir.

Tarihi süreç içerisinde de satranç önemini hiç yitirmemiştir. Örneğin Malazgirt gibi birçok savaşlarda satranç planları uygulanmıştır. Mevlâna, Şemsi Tebrizi ile satranç oynarlarmış. Hepinize sağlıklı ve mutlu nice uzun yıllar dilerim.