Bitkilerin Ve Emeğin Medeniyete Etkileri

Bitkiler biz insanlara medeniyeti hediye etmişlerdir. Zira insanoğlu tarım yapmazdan evvel avcı ve toplayıcı klanlar şeklinde binlerce yıl yaşamıştı. İnsanoğlu hayallerini ve yaşadıklarını ancak mağara duvarlarına resim etmişlerdi. Bu yüzdendir ki, medeniyetsiz yaşanan binlerce yılın kalıntıları fosiller, basit silahlar ve mağara resimlerinden öte gidememişti.

Ateşi bulmaları, tarıma yönelmeleri, yazının bulunması insan medeniyetine bir ivme kazandırıp sanatın ve zenaatlerin çıkmasına ve gelişmesine neden olmuştur. Tüm bu gelişmeleri sağlayan tarımdı. Zira yerleşik hayata geçildikten sonra tüm bu olgular gelişmişti. Bir deyişle bitkiler medeniyetimizin 4-5 köşesinden biridir ve biri olmaya devam etmektedir.

Bitkiler günümüzde de keşfedilmeyi bekleyen kos koca bir âlem olarak karşımızda durmaktadır.

Biz insanlar bitkiler âlemini çözme yolunda kararlı adımlar atarsak;

  • Dünyamızın oksijen seviyesini yükseltiriz. Zira oksijen nefes demektir.
  • Temiz su sorunlarımızı çözeriz. Su hayat demektir.
  • Küresel ısınmayı durdura biliriz. Küresel ısınma insanlığın kâbusu demektir. Tüm devletler bu sorunu gün geldiğinde en öne taşıyacaklarından hiç şüphem yok, şimdi bu sorun devletlere hikâye geliyor.
  • Akla hayale gelmez istihdamlar meydana getirir, işsizlikle hatırı sayılır bir şekilde mücadele ede biliriz.
  • En önemli konulardan biri de; İnsanoğlu daha sağlıklı ve çeşitli yiyeceklere ulaşa bilmesi sağlanır.
  • Bitkileri9n faydalarını yazmakla biteceğini bilineceğini sanmıyorum.

Bu denklemin bir de karşısına bakalım. Bu bakış açısı hem yöresel bazda, ulusal bazda ve dünya ölçüsünde olsun.

İnanın her boyutta karşımıza rantiye ve kapitalist uygulamalar çıkmaktadır. Yöremizde en verimli tarım alanları imara açılmıştır. Kızıltepe olarak bilinen günümüzde 2000 Evler, Taşlıbel olarak bilinen günümüzde Güzelyurt mahalleleri buna örnektir. İmarda sel yatakları dikkate alınıyor mu? Bu ayrı bir sorudur. Milyonlarca yıldır yöremiz mirası olan sarı taş ocakları verimli mi? Hışır, ponza buna keza…

Hayat hızlanmış, geliri belli seviyenin altında olanlar tarımla uğraşmayı terk etmiştir. Zira gelir yok denecek kadar azdır. Üzümde, kayısıda gelir emeği bile karşılamıyordu. Buğday ve tarla tarımı daha kombine bakım ister başfiyatlar ortada… Tüm bu olgular köyden kente göçü zorlamaktadır. Bu olgular neticesinde köylerdeki tarlalar harap kalmakta, nesil tarımı her geçen gün unutmaktadır.

Durum ulusal bazda aynıdır. Zira Nevşehir ulusumuzun bir mütemmim cüzüdür.(Parçasıdır) Yöremizin tanışmadığı çimento fabrikaları, kömürle çalışan santraller de vardır. Doğal gaz yaygınlaşmazdan evvel verimsiz veya uygunsuz kömürlerle ısınan yerleşkeler havadaki yaşam seviyesini iyice düşürmekteydi.

Zaten oldukça az olan ormanlarda açılan madenler ve imarlar doğaya zarar verdiği apaçık ortadadır. Temiz sularımızı koruya bilmek için neler yapa biliyoruz? Kirlenmiş kirletilmiş sular temiz su kaynaklarına en büyük zararı verir. Bunun yanında üç tarafımız denizlerle çevrilidir. Deniz sularından temiz su elde etmek için birçok devlet emek veriyor, teknolojiler geliştiriyor. Bu denklemde biz neredeyiz? Yer altı sularımızı kontrollü bir şekilde kullanmamız lazım geldiğini biliyoruz. Zira kontrolsüz kullanım çölleşmeyi getire bilir. Başka bir araştırmamda Misli ovasında su seviyesi 10-15 metrelerden 350 metrelere indiğini hayretler içinde kayda almıştım. Üstelik bunlar bilinen konulardır.

Dünyanın her yıl karbondioksit salınımları milyarlarca ton olarak ifade edilmektedir. Bilim çevrelerinin Küresel ısınma sözleri her geçen gün daha gürleşerek çıkmaktadır. Efendim, soruyorum? İnsanoğlu nereye gidiyor? Yoksa kendi kıyametimizi mi hazırlıyoruz.

Denklemin karşısında bu gibi sorunlar yumağı, parasal kazançlar, hırs gibi duygular ve fiiller var.

Dünyadaki yaşayan insanların çok büyük bir kısmı günlük yaşamaktadır. Çalışır; Maaşını veya ücretini alır, barınır, yemek yer ve çalışacağı işine hazır bir şekilde duruşunu sergiler. Bu durum Çin’de de aynı, Amerika’da da aynı dünyanın çok büyük bir kısmında da aynıdır. Üstelik bu yaşam biçimi standartların bir az üstü bile kabul edilir. Zira bu standartların altında milyonlarca insan yaşamaktadır. Yaşamaya çalışmaktadır.

Kıymetli hocamız Besim ÜSTÜNEL’in “Ekonominin Temelleri” Kitabında da değindiği gibi MASLOW’un PİRAMİTLERİ insan sosyolojisine hâkimdir. Yemek, barınmak gibi istasyonlardan veya katlardan geçmeyince; Sosyalleşmeye, bilime, sanata ulaşılamıyor, uğraşılamıyor. Hatta kitap bile okunamıyor. Bu kitleler siyah-beyaz mutsuz bir hayat sürüyorlar. Sürüyorlar ama yöresel bir değimimiz vardır. Bu durum çadıra hırıltı getirir derler.

Aile geçimi zor olunca, çocukları proteini yeteri kadar alamaz, alamayınca gelişimi ve eğitimi aksar. Süper lüks hayat standartlarında yaşayanı kitlelerde bu sayede rahat hayat yaşayamaz. Bu yüzdendir ki dengesizlik teorileri insanoğlu medeniyeti için hiç uygun olmaz. Bu olguları ya yaşayarak görürler, ya da düşünerek anlar, çözüm üretme yollarına giderler.

Yav kardeşim, Maslow’un piramitleriyle bitkilerin ne alakası vardır diyeceksiniz. Vardır kardeşim. Yatay mimari, bahçeli evler, geniş bahçeli evler insanlara avantajlar sunmaktadır. Her şeyden baş, arazideki ağaç sayıları hatırı sayılır bir oranda artması sağlanır. Ev ahalisi soğanını, zerzevatını ekip gelirini çeşitlendirme yoluna girerken, doğaya merhaba demeyi görür. Psikolojik olarak rahatlar. Çiçek eker, bahçesinde çay içer. Bu sayede siyah-beyaz hayatına belki bir sarı kata bilir. Sık mahallelerde böyle imkânlar olmuyor. İş stresleriyle dolan insan, mahalle veya apartman stresleriyle de mücadele ediyor.

Bu olaya birde ekonomik bakış açısıyla bakalım. Gelirini çeşitlendirmede aile kirasız bir zemin sahibi olur. Burada tavuk yetiştire bilir, mantar yetiştire bilir. Başka özel bir sanatı varsa onu geliştirip içre ede bilir. Bu ürünlerini ister ailesinde değerlendirir isterse satıp ek gelir yapa bilir.

Bu konuyu hemen örnekleyim. Bizleri yetiştiren bir öğretmenimiz bahçede tavşan kümesinden bahsetmişti. Özellik itibarıyla kümes duvarı toprağın içinden ağrı yapılmak durumundaymış. Zira tavşan tünel kazıcı bir hayvandır. Mutfak artıklarını, yeşillikleri yerler. Hatırı sayılır bir şekilde çoğalırlar. Biz bu sayede hiç kırmızı et sorunu yaşamadık. Demişti. Ayrıca etiyle sucukta oluyormuş. Tabii bunlar bir tercih ve kişilere özgü karar ve uygulamalardır.

Mantar yetiştirmek de böyle bir ortamda zor değildir. Hatta mantar konusunu ayrı bir makalede işlemek ve tanıtmak daha uygun olacaktır. Böyle mekânlarda insanım bir işte çalışsa da küçük bir seraya baka bilir. Bu sayede hem mutlu olur hem ek gelir sağlar. Bu ek gelirle tüm aileye iş bölümü, etkinlik ve boş zaman değerlendirme imkânları sağlanır.

Dünya ekonomi çevrelerinde “Mikro ekonomik sistemlerde” vardır. Ya yarı mamul ürünlerin işlenmesi, ya ham maddeyi yarı mamul hale getirilmesidir. Çocuklarım küçükken fason konjektör imalinde bulunmuştuk. Bu işin çocuklarıma elektronik biliminin girişini, devreleri, diyotların bağlanması gibi konularda eğittiğini sanıyorum. Ayrıca çocuklarıma veterinerliği sevdirmek ve hayvanları tanıtmak ve ek gelir yapmak için Ankara tavşanı yetiştirdim. Durum televizyonlarda söylendiği gibi alıcıları yoktu. Maddi açıdan zararım olsa da çocuklarım hayatın içinden eğitim alma imkânı bulmaları beni hâlâ sevindirir.

Neden benim insanımda böyle işlerle uğraşmasın diye düşünüyorum. Bu çocukların eğitiminde gelişmeler sağlar. Anladığım kadarıyla bu mikro ekonomik sistemi Çin çok güzel bir şekilde uyguluyor. Bir iş için insanımın bilgisi ve tecrübesi olmasa da eğitileceğine inanıyorum. Bu sayede belki bir köy, bir mahalle fabrikaya dönüştürülemez mi? Tabii bunlarda bahçeli evlerin fonksiyonları göz ardı edilemez. Avanos’ta işe başladığımda ev sahibimin de bahçeli bir evi vardı. Kendilerine güzel bir mekân kurmuşlar, orada bir halı tezgâhı hazırlamışlardı. İşten gelince otururlar hem stres atarlar, hem halı dokurlardı. Bir yılda 4-5 halı dokuduklarını söylemişlerdi. Halı 1980’li yılların başında çok kıymetli bir üründü.

Size İtalya’dan “Olivetti” firmasını örnek vermek isterim. Olivetti firması dünyada daktilo imalatında söz sahibi bir firmadır. Fabrikalarda seri imali yapılan parçaları İtalya’nın bir bölgesindeki köylülere dağıtmış, montajını yaptırmıştı. Dünya pazarına binlerce ürünle giren firmada kazanmış, o köylülerde kazanmıştı.

Bir problemin parçaları vardır. Vücudun elleri vardır. Ellerinde parmakları vardır. Eğer parmak acırsa bundan tüm vücut rahatsız olur.

Burada devletimize düşen iş, aynı bir orkestra şefi gibi uyumlu ve insanları mutlu edecek güzel müzikler yapmaktır. İşverenin hakkı korunsun. Korunsun da çalışanın da hakkı korunsun. Seçim zamanları halkın karşısına çıkanlar, böyle uygulamalarla da halkın karşısına çıksın diye düşünüyorum ve talep ediyorum.

Dünyadaki tüm rantiyecileri, kapitalist yaşamı tercih edenleri birer müteşebbise döndürme çabaları tüm insanlığın hayrına olacaktır. İyi dilekler sizlerle olsun. Saygılarımla.