EMEK VERMEK …DEĞER BİLMEK…

 

Göre İlkokulu’nda istekli, öğrenmeğe iştahlı bir öğrenciydim. Sanırım, evlerine gazete giren tek çocuk bendim.

Öğretmenlerim ödev verirdi. Önce kendiminkini yapar, sonra da isteyene yardım ederdim. Özellikle resim-iş ödevlerini başarıyla gerçekleştirirdim. Haritaları da öyle.

Ortaokulda ne denli başarılı olduğuma Hacı Salih Çavuşoğlu tanıktır. Türkçede,diyelim, bir atasözü açıklaması ödevi var. Babama sorar, ondan öğrenir, sonra yazıya dökerdim. Öğretmenler derslikte örnek gösterir ve okurdu.

Orta 3 öğrencisiyken adımız duyulmuştu; liseden kimi gençler gelir, benden, emmimoğlu Hüseyin’den atasözü, deyim açıklamalarını isterlerdi.

Lisede Fransızca çevirilerini benimsemiştim. Özümü durmadan geliştirdim. Birçok arkadaşın bütünlemeye kalmasını önlemişimdir.

En çok resim konusunda yardımım olmuştur arkadaşlarıma. Servet Göncü’nün verdiği resim ödevlerini önce kendim için yapar, sonra özene bezene arkadaşlarımın resimlerini de tamamlardım.

Kıbrıs olayları sırasında Nevşehir Lisesi gençleri heyecanlıydı. Cebir öğretmenimiz Faik Zorlu’nun isteği üzerine bir resim çizmiştim. Bugün için çocukça, fakat o dönem için anlamı olan büyük boyutlu bir resim saatlerimi aldı : Mehmetçik çakı gibi, eli tetikte; bir ayağı Toroslarda, bir ayağı Kıbrıs’ta…

DTCF öğrenciliğimde bir isteği karşılarken kendi işimi gücümü bıraktığımı anımsıyorum. Tuzhisarlı Cavit adlı bir arkadaş, Faruk Nafiz Çamlıbel’in ( o günlerde Kayseri Cezaevi’nde tutukluydu ) Han Duvarları şiirinin küçük bir bölümünü  bir gazetede okumuş, pek beğenmiş. Ben, şiirin tümünü hiç üşenmeden, erinmeden yazıp verdim. Nereden : Osman Atilla’nım Memleket Türküleri güldestesini almıştım Kocabeyoğlu Pasajı’ndan, oradan aktardım. Cavit, onca emeğime karşılık yarımağız bir ‘’sağol’’ dediydi. Sonra yazımı, bir iki yanlışlığı buldu, beni kınadı. Kendi yazısı gerçekten güzeldi; hattat işi gibi.

Bitirme tezlerinin fotoğraf alt yazılarının hazırlanmasında da arkadaşlarıma yardım etmişimdir. Cemalettin Şahin, Atom Palabekiroğlu tanıktır. GB Anadolu kıyılarının fotoğraflarını rapido ile çizgiye çevirmişimdir. Bu, saatler alan, özen gerektiren bir çalışmaydı.

Arkadaşım Tevfik Oral ile Niğde Ulukışla Eminlik Köyü’ne gittik.Bir hafta kadar dersleri izleyemedim. Bu gezi benim için Ankara’dan uzaklaşmada bir vesile oldu.Sonuçta Tevfik’in tezini , seminer dosyasını hazırlamış olduk.

Bitirme tezlerinin haritalarında, grafik ve blokdiyagramlarında birçok arkadaşımın isteği üzerine emeğim vardır.

Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü Yüksek Prospektörlük Kursu’ öğrencisi olduğumuz bir yıl boyunca da sürekli olarak çizim konusunda istekler geldi. Dr Zati Ternek Genel Jeoloji dersimize giriyordu. Daha ilk derste tuttuğum notlardaki çizdiğim özenli haritalara, kesitlere baktı ve ‘’ Bundan sonra benim dersimin çizimlerini yazı tahtasına sen çizeceksin,’’ dedi. Emir demiri keser. Tamam. Teorik dersler boyunca tüm derslerde çizimleri, tebeşir tozu yutarak ben çizdim. Öyle ki, arkadaşlar silmeğe kıyamazlardı onları. Beğenmeleri elbet gururumu okşardı.

Paleontoloji dersimize giren Dr Cemal Bey de fosil çizimlerini benim hazırlamamı istedi. Onları da çizdim.

Biz prospeksiyon kursundayken komşu derslikte Sondaj eğitimi veriliyordu.Sınıf temsilcisi olan genç bir gün benden rica etti. Teknik aygıtların çizimlerini hazırlama görevi ona verilmiş. Fakat işin içinden çıkamamış, bana aktardı. Saatlerce uğraşıp çizdim. Elbette bu,makine teknikerliği, teknik ressam işidir, benim çizgilerim ölçüsüz; beğenilmediğini ertesi gün söylediler. Kimse, o çizimler için saatlerce zaman harcadığımı düşünmemiştir bile.

Dr Rüştü Ovalıoğlu da Maden Yatakları Jeolojisi dersinin çizimlerini bir önceki dönemde Ahmet Çorapçı adlı kursiyere çizdirmişti. Ben onları, üzerindeki değişiklik işlenmiş olarak yeniden çizdim. Lejandlar ekledim. Sanırım Ovalıoglu, o çizimleri yayımladığı kitabında kullandı. Fakat, zahmet edip bir tane de imzalayıp çizere vermedi.

Dr Teoman Norman’ın Jeolojik Haritalar adlı dersi pek ağırdı. İyi çizim yapmak gerekiyordu. Bu derste de dikkat çektik; başarılı olduk.

MTA’dan ayrılıp Eğitim Bakanlığı’nda görev yaparken de emeğimizin karşılığını asla alamadık. Demek istediğim akçeli bir bedel değil. Değeri bilinmeyen çalışma…Bir ‘’teşekkür’’ü esirgeyen etkili ve yetkililerin varolduğu, hem de çok sayıda olduğu ülkede ne umulur !

Merkez Ortaokulu Sosyal Bilgiler öğretmeniyken içim içime sığmıyordu. Duvar gazetesi çıkarıyordum. Tüm yazıları ben hazırlıyordum. Tüm çizimler benim kalemimden çıkıyordu. Daha fotokopya Nevşehir’e ulaşmamıştı. Bunca emek verdiğim Başak adlı gazete, ertesi gün, bakıyordum ki yırtılmış, üzerine çirkin sözler yazılmış, hatta çöğ kutusuna atılmış oluyordu. Neden ? Çünkü okul yönetimi de böyle bir gazetenin yararına inanmıyordu. Müdür Recep Çöğür, sonraki Kadri Gürhan, geri düşüncelere sahip, aydınlıktan nasibini alamamış , ilkel eğitimli kişilerdi.

Otomobil sahibi olduktan sonra il ve komşularımızı iyi tanıma olanağı bulduk. Akaryakıt ucuzdu; bol bol gezip dolaştık. Foto belgeliğimiz varsıllaştı. Tanıtım yazılarına resim yanında çizgiler de ekledik. Sayısız dergiye ilimiz, yöremiz, bölgemiz hakkında uzun uzun yazılar hazırladık, yaptığımız çeviri yazıları da yayımlattık.

Nevşehir İli Yakın Çevre İncelemeleri adlı kitabımız bu çabaların sonucunda ortaya çıktı.

Fırat Üniversitesi’ne geçtiğim dönemde, verdiğim emeklerle Dr unvanını, aksamalar, gecikmeler olsa da böyle aldık.

Benim iki daktilom vardı. Kimi arkadaşlarım daktilo sahibi değildi; olsa da yazmayı bilmiyorlardı. O bunalımlı, çatışmalı günlerde bir yandan kendi doktora tezimi hazırladım, bir yandan da arkadaşlarımın yüksek lisans ve doktora tezlerini daktilomla yazdım. Saatler ayırdım bu iş için, takdir eden oldu mu ? Unvan kazandıktan sonra bir anan oldu mu?

Rektör Prof Dr Arif Çağlar ileri görüşlü çağdaş bir kimyacıydı. İyi niyetle yönetmek istiyordu üniversiteyi. Binbir dedikodu çıkarılıyordu hakkında. Coğrafyacılara da değer veriyordu. Doğu Anadolu Coğrafya Araştırma Grubu (DACAG) oluşturmaya çalıştı. Gerekçeli raporunu benim yazmamı istedi. Oturdum, çeşitli kaynakları değerlendirerek haritalar ekleyerek, fotoğraflarla bezeyerek bir dosya hazırladım. Vay emeklerim. Huyum kurumasın, bunu Doç Dr Hilmi Karaboran’a anlatınca, suratını astı ve çalışmaların ilerlemesini önledi. Kendisi varken, biz kim oluyorduk ? Öte yandan, Rektör Bey de hemşehrisiydi Sayın İri Fil Doktorun…

Kimi arkadaşlar Y,Lisans ve doktora çalışmalarında çeviri yapmak zorunda kalıyorlardı. Fakat zorlanıyorlardı. Biz, bir yandan öz çalışmamızı yürütürken, istek üzerine arkadaşlarımızın Fransızca ve İngilizceden çevirilerine de yardım ediyorduk.

Dicle Üniversitesi’nde göreve başladığımda, öğrencinin yararlanacağı, izleyeceği kitapların olmadığını gördüm. 30 yıl içinde 30 kitap hazırladım. Bunların yarısı Üniversite Basımevi’nde az sayıda basıldı (200 tane), çoğunu İstanbul, Ankara, Kayseri, Bursa, Konya  gibi kentlerdeki  yayınevleri basıp piyasaya verdi. Bazı kitaplarımın da tüm masrafını kendim karşıladım, ABD Doları üzerinden borcumu ödedim ( Bereket 1 Dolar 1.5-2.oo TL idi). Yalnız kendi öğrencilerimiz için değil, Eğitim fakültelerinin tümü içindi bu yayınlar. Elbet, sonucun tümüyle olumlu olduğunu söylemeğe gerek yoktur.

Verdiğimiz emeğin karşılığının ne olduğu konusunda bir anımı vermek isterim . Cuma günü saat 16. Öğrenciler dağılmış, odamda tüm haftanın yorgunluğunu gidermek için kahve içerken Vivaldi’nin 4 Mevsim’ini dinliyorum. Telefon çalıyor. Genel Sekreter Mehmet Tekdöş diyor ki, Rektörümüz bir ödev veriyor size.

Güneydoğu Anadolu’nun Göç Verme Sorunu ve Bu Olayın Ekonomiye Etkileri…

Buyruk Yüce yerden. Sedat Arıtürk emekli General ve Tıp Profesörü. Diyalogumuz iyi. Ne yapmalı ? İnternet yok ki, açıp öğren; otur yaz. Hemen başlıyorum düşünmeğe. Kaynak kitap yok. Makale sayısı az varsa  da yetersiz. Tüm cumartesi, Pazar günleri çoluk çocuğumla ilgilenmek yerine bu ödevi özenle yazmak zorunda kalıyorum. Notları ayıklayıp daktilomda temize çekiyorum. Bir kopyasını kendime ayırıyorum. Pazartesi sabah Rektörlük makamına çıkıp Tekdöş’e teslim ediyorum. Bir gün önce Arıtürk Hoca İstanbul’a uçmuş. Doğrudan kendisine vermek isterdim. Tekdöş yazımı alıyor, binbir dosyanın,derginin, klasörün olduğu karman çorman, masanın üzerine fırlatıp atıyor. Birden gözlerimden yaş fışkırıyor. Bu saygısız tavrı, emekle üretilmiş bir yazıyı böyle saygısızca fırlatan kişiyi o anda sert sözlerle eleştirmek gerekir. Fakat, ben özümü tutuyorum ; ileri gitmiyorum. Tekdöş adlı güya eğitimci kökenli yüksek (!) bürokrat nerden bilecek ki, 2 gün bunalımlar içinde, kabus görerek bu yazıyı hazırlamışım. Umurunda mı ?