Güneş

Gökyüzü yeryüzünün hemen üstündedir, yeryüzünü örten kocaman pamuklu bir yorgan. Yaşamın temel maddeleri olan toprak, hava ve suyun her an birbirleri ile olan etkileşimi ve şefkati karşısında yalnızca saygı ile eğilebiliriz. Bütün boşlukları dolduran bu muhteşem maddeler Güneş’in dostluğu ile yaşamı oluşturuyorlar. Güneş karanlığın en dibinde olduğu anlarda ve aydınlığın da en parlak olduğu anlarda gökyüzünden ışınları ile sarılmakta çok iyi. Ve sarılmak ise oksitosin, serotonin hormonları ile kimyasal hazza ulaşılmasına yardımcı olur.

  Görebilen için yaşam nefes alan ağaçlar, birbirleri ile konuşan hayvanlar, göz kırpan yıldızlar, göçen leyleklerin veda busesi ile bezenmiş harikalar diyarıdır. Bir kuyunun içerisine atılmış olan için karanlık vardır elbette fakat kazınca çıkan elmas, suya yansıyan ay ışığı, minik solucanların kıvrımlı vucüdu, dalları özgürce salınan ağaçların yüce kökleri de ancak o kadar derine inmiş karanlığa gözleri alışmış olanlar için görülür. O zaman gerçekten de karanlık kalır mı?

 Sonbahar gelince dalları ile vedalaşıp kendilerini yaşamı mı? bırakır yapraklar yoksa urgandan sallanmak mıdır?

Başını kaldırdığın da güneş senin için hep oradaysa umut da hemen yanı başındadır. Işığını senden esirgemeyen evren zaman zaman cömertliği ile ün salmaz fakat umut kendisini can suyunun damlaları arasına saklayarak içmeyi bilen için orada ve içine ışık tutmaya hazır bekler. Yani Güneş görebilen için hep gökyüzünde midir? Ve umut damarlarımızda akan kan ile iç içe midir?