Korona Virüsü, görünmeyen bir tehdit… Hangi ortamda bulunduğu ve ne şekilde bulaşabileceği büyük ölçüde belirsizlik arz ediyor. Bu virüs her ne kadar daha önce ortaya çıkan Sars virüsüne benzese de insanlığın ilk kez karşılaştığı bir forma sahip olduğu için tüm insanlık çaresizlik içerisinde bocalamaktadır. Aslında asıl dehşet veren, tehdit eden şeyin kendisi değil, tehdit ediciyi yeterince tanıyamamak ve onu kontrol altına alamamaktır.

Bu bilinmezlik karşısında kendini yetersiz ve güçsüz hissetme duygusunun şiddeti kişiden kişiye değişmektedir. Mesela bazılarımız için yetersizlik duygusu aşırı derecede rahatsızlık verirken, kimileri için o kadar büyük sorun teşkil etmemektedir. Dolayısıyla bu virüs karşısında kimilerinin panik içerisinde tedbir alma telaşına düştüğü ve hayatını alt üst edebilecek davranışlar sergilediği gözlemlenmektedir. Öte yandan bazı kimseler de "Bize bir şey olmaz " düşüncesiyle durumu pek önemsemeyip rahat davranmaktadır. Bu iki davranış şeklinin ifrat ve tefrit olduğunu belirtmemiz gerekiyor.

Tehdit somut bir şekilde ortada olduğu halde bunu yok saymak insanın zorluklar karşısında geliştirdiği savunma mekanizmasından kaynaklanır. Aslında insan, baş edemediği durumu inkâr eder ve yok sayar. Deve kuşunun kafasını kuma gömmesi gibi bir durumdur bu… Diğer yandan aşırı panik olup önlem almak adına boğazını alkolle gargara yaparken pek çok kişinin hayatını kaybettiğine de şahit oluruz. Bu uç örneklerin varlığı insanın yetersizlik duygusu ile ne kadar başa çıkabildiğiyle ilgilidir.

Bizi mahveden, her şeye hükmetme hırsımız oldu. Bu yüzden, Rum Sûesi 41. Âyette de işaret edildiği gibi "karada ve denizlerde bozulma başladı." Kontrol etme hastalığımız hayatımızı da buhrana soktu. İşte tam bu noktada, insanın kendini ve haddini (duracağı yeri) bilmesi çok önemlidir. Her şeye kâdir olmadığını, küçücük bir virüsle baş edemediğini bilmesi onu hem kendine hem insanlığa hem de bütün mahlukâta karşı sorumlu kılar.

Ölüm korkusu, -ister kabul etsin ister inkâr etsin- bir gün öleceği bilgisine sahip her insan için geçerlidir. Ancak ölüm gerçeğiyle yüzleşmek hayatı daha anlamlı ve nitelikli kılar. Onu yok saymak ise insanı kaosa sürükler. Bu yüzden onu yok sayarak hareket edemeyiz. Dünyanın ölümlü/fani olduğunu düşünmek, insanı varoluşsal anlamda kendini/hayatı sorgulamaya iter. Sorgulamak belirsizlik yaratır. Belirsizlik ise insanın hoşlandığı bir durum değildir. Ancak bu durumla yüzleşmezsek de uzun vadede o belirsizle karşı karşıya geldiğimizde kaybolan biz oluruz.

Virüsün öldürmesi olayına gelince… Şunu hepimiz idrak etmeliyiz ki, insanı virüs değil "ecel’’ öldürür. Ecel herkes için belirli bir vakitte vukû bulacaktır. Yani her nefsin ne zaman öleceği yerler ve gökler yaratılmadan önce belirlenmiştir. Ecel vakti geldiğinde, bir sebep / vesile bizleri bulacak ve bu hayata gözlerimizi yumacağız. Eceli gelmeyen kimse ölmeyecektir. Eceli gelen kimse de hangi önlemi alırsa alsın ölümden kurtulamayacaktır. Bu yüzden, hayatımıza dair yaptığımız plânlamaların sınırını genişletmeli ve ölüm ötesinde de yararımıza olacak işler yapmalıyız… Rabbimiz ne güzel söylüyor: "Üzülmeyin, gevşemeyin. Eğer gerçekten inanıyorsanız üstün gelecek olan sizsiniz."

Bu arada medyada dolaşan bilgi karmaşasıda da boğulmamalıyız. Sağlık Bakanlığımızın ve Bilim Kurulu’nun verdiği bilgileri öncelemeliyiz.