Nevşehirli Bahadır Dedeoğlu Ve Şifacılık

1959 Yılında Nevşehir’de doğdum. Evimiz kalenin eteklerinde olduğu için futbol gibi oyunları tanımadık. Bizde uçurtmayı, torneti ve kadimlerden kalan oyunları oynardık. Adeta kültürün içerisinde büyüdük. Kütüphane yakın olduğu için çok kitap okuma imkânımız olmuştu. Resimli ansiklopedileri, tarihleri bir roman gibi okuma merakımız vardı. Bu durum bilgi dağarcığımızı oldukça yükseltmişti. Kompozisyon yazmaya ilk okulun sonlarında başlamıştım. Orta okula giderken arzuhal yazarak ilk paramı da kazanmıştım.

Babamın gazeteci olması nedeniyle gazetecilerle, köşe yazarlarıyla, şairlerle sohbetlere katılma imkânı bulmuştum. Bu durum bana Sakinliği, dinginliği, saygıyı ve sevgiyi öğrenmemde ve eğitimimde hatırı sayılır değerler katmıştı.

Eğitim sadece kitaplardan öğrenilmiyor. Serbest hayat eğitimi zenginleştiriyor. Uygulamalı eğitim kendim için ne kadar faydalı olduysa toplum içinde faydalı olacağına inanıyorum.

Mahalle kültürünün yanında, bir ayağımızda kırlardaydı. Sulana bilen özlerde yetin ve yenile bilen yabani otları, kıraçta ve tepelerde yetişen yabani otları tanıma fırsatı da bulmuştum. Babaannem bunları anlatırdı. Korktuğumuzda, hastalandığımızda bizlere okur, otlardan bir şeyler hazırlar verirdi. Kırlarda sorduğum çiçekleri bana anlatırdı. Bunun sayesinde; Ekşileri, tatlıları, zehirlileri tanırdık. O zamanlar her babaannenin her şeyi bildiğini sanırdım. Öyle olmadığını, babaannemin şifacı olduğunu daha sonra öğrenmiştim.

Tarih-kültür araştırmalarına girdiğimde, gazeteci bakış açısında binlerce yıldan beridir süzülüp gelen, yazılı olmayan tarihimiz açısından bakıldığında önemi daha da çok ortaya çıkmaktadır.

Savaş yıllarında, kıtlık yıllarında toplumu ayakta tutan en önemli unsurlardan bir idi.

1924 Mübadelesinden önce Nevşehir doktorlarından Daniel Efendi, üst solunum yolları tedavisine kendisinin “Fak amber” Dediği kurumuş köpek pisliğini ezerek bir borunun içinde hastanın boğazına üflemesi gerçekten çok ilginçti. Fazla sürmez iltihapları patlatırmış. Aynı konuda aktar Ömer Şayakdiken’le sohbetim sırasında Babaannemin bu konudaki formülünden bahsetmişti. Mazı meşesi (Quercus infectoria) Kabuk tozu ile karanfil tozunu karıştırıp ya öyle verirmiş ya da demlemesini içirirmiş.

Üst solunum yolu hastalığında babaannemin bize uyguladığı ise; Sirkeli suyla ellerimizi ve ayaklarımızı ovalaması, başımıza okuması boğaz iltihabı olgunlaşınca da; kahve ve karbonatı karıştırıp damağımızı kaldırmasıydı. Kahve, karbonat ve sirke her evde bulunurdu. Babaannemde en kolay bulunanı seçerdi.

ŞİFACILIK NEDİR.

Şifacılık binlerce yıldan beridir süre gelen ve devamlı zenginleştirilen bir gelenektir. Bir hayat tarzıdır. Şifacı tüm insanlar mutlu olursa mutlu olur. Toplumda bir mutsuz ve ya hasta bir kimse varsa şifacı mutsuz olur. O insanın mutlu olması veya sağlığına kavuşması için şifacı çaba sarfeder. Şifacı ücret istemez. Ücreti hastanın iyi olduğunu görmek ve Allah rızasına layık olmaktır.

Bu olayı hemen örneklemek isterim. Girebolu meyvesi (Vibirnumopulus) turşusu hamilelik nedeniyle aş eren kadınların gözdesiydi. Lâkin azıcık yedikten sonra hevesleri hemen geçen bir bitki turşusu idi. Şifacılar ve iyilik seven Ana-Kadınlar tarafından küplere kurulur ve herkese haber verilirdi. Gelinler eksikli kalmasın diye tanıdık, tanımadık isteyen herkese verilirdi. Bu olayda da Allah’ın rızası ve toplum sevgisi öne çıkmaktadır.

Şifacı çevreci olur. Devamlı bir şeyler öğrenme peşinde olur. Şifacı bildiklerini öğretmek ister. Toplum tarafından sevilen kimselerdir. Zira herkesin nazı ona geçer. Şifacıların belli konularda uzmanlaşmışları da vardır. Sınıkcıları buna örnek vere biliriz. Şifacılık atadan- toruna geçtiği gibi meraklılarda şifacı ola bilmektedirler.

Çok çeşitli rahatsızlıklar için akla hayale gelmeyen tedaviler bulmuşlardır. Bunların yöresel oluşu, bilgilerini kitaplara aktaramaması gibi nedenlerle zaman geçtikçe unutulan bilgiler, bitkiler ve formüller vardır.

Bu konuda bir Japon’la konuşmuştum. Bilgi bankalar varmış. Halk oraya aktarır, orada bilgiler tasnif edilip değerlendirmeleri yapılırmış.

Araştırmalarım sırasında; Yavuz Sultan Selim zamanında yazılmaya başlanıp, Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar devam eden, dededen, toruna aktarılan bir yazma kitap bulmuştum.

OCAK

Ocak konusu şifacılıktan ayrı, bambaşka bir alemdir. Genellikle soydan gelir. Bazı türleri ise; kırık-çıkık, kulunç, öfeleme, okuma gibi türleri ocağın el veya parmak vermesiyle de gerçekleşmektedir.

Örneğin ben kulunç ocağını bir anadan aldım. İstedim, ısrar ettim. O da çevresinde bu ocağa meraklı çocukları olmadığını, kendisiyle beraber bu ocağın söneceğini söyledi. Kendisinin çok sevdiği bir uzun hava türküsü vardı. Onu da sazımla çalıp söyledim. Sonra çit parmaklarımızı birbirine takıp üç sefer; “Sana ocağımdan veriyorum” Dedi. Her seferinde üç ayet okuduk. O an fiziki ve ruhi hiçbir değişiklik hissetmemiştim. Bir zaman sonra birini öfeliyordum.(Baş ve sırt masajı) Elimle kuluncun yerini ve baş ağrısının yerini hissetmem beni hayretlere düşürmüştü.

Çocukluğumda yaşlı bir kulunç ocağı gazi vardı. Son yıllarında baş öfeler insanları rahatlatırdı. Onlarda gaziye harçlık verir, gazide geçinip giderdi. Allah rahmet eylesin.

Vücut kuluncunun bir bağırsak hastalığı olduğunu bilmemizde fayda vardır diye inanıyorum. Ayrıca, terden ve üşütmeden olabileceğine inanmak da lazımdır. Baş ağrılarında ise; Göz değme, nazar, söyleme en çok karşılaştığım rahatsızlıklardandı. Korkuda ve daha değişik rahatsızlıklarda ise halk cindarlara giderler.

Terma ocağı genetikten gelen çok özel bir enzimin olduğuna inanmaktayım. Terma ocağı bana babamın sülalesinden geçmiştir. Zira büyük ninemin bir terma ocağı olduğunu söylerler.

Dünya sırlarla doludur. Araştıracak çok konu vardır. Bu yüzden doğayı okuya bilmemiz gerekmektedir. Bitkiler, taşlar, topraklar ve cümle cisim sırlarla doludur. Araştırırsanız size sırlarını açacaklardır. Önemli konulardan biride derlenen bu özel bilgileri kayıt altına alıp bilgice daha derin araştırmalara göndermek lazımdır. Yöresellikler de vardır. Bilime, kültüre derinlikler kazandırır.

Yörem ipek yolu üzerindedir. Her gelen bir bilgi getirse, giden bir bilgi götürse bilgiler hem zenginleşir hem de yayılır gider. Yöremde birçok medeniyet kurulmuştur. Bunlar bir zenginliktir. Beydilli aşiretindenim. Ta Orta Asya’dan beridir getirdiklerimiz ve kattıklarımız da vardır.

Enteresan birkaç örnekle yazımı bitirmek istiyorum. Bir gencin ayağında garip bir hastalık peyda olur. Kimse bilemez. Doktorların tedavisi de sonuçsuz kalır. Sonunda bir Ana-ninenin adını duyarlar. Doğruca onun köyüne gidip, hastalığına derman ararlar. Ana-Nine hastadan bir yılan yuvasındaki topraktan getirmesini ister. Yılan yuvasını şöyle tarif eder: Baş parmağın ile orta parmağını yuvarlar yap. Deliklere böyle bak. Bu yuvarlaktan küçük olursa o bir fare yuvasıdır ve işe yaramaz. Yuvarlaktan büyük olursa bu bir kossü yuvasıdır bu da işe yaramaz.” Deliğin iç kısımlarındaki topraktan istemektedir.

Ana-nine bu topraktan çamur yapar ayaklarına sürer. Der ki;” Gece bu çamuru ayağına sür. 5 kez İhlas oku ve dua et. Sonra ayağını yıka ve buna 10 gün devam et.”Der. Gencin ayakları iyi olmuştur. Bu gibi enteresan örnekler pek çoktur.

Bu tür geleneklerimizi günümüze uyarlamamız gerekir diye düşünüyorum. Şifacılık her şeyden baş büyük bir heyecandır, farkındalıktır. Doğayı daha iyi tanımamıza vesile olur. Hayatı dolu dolu yaşatır. Saygılarımla. 19.10.2020

Bahadır DEDEOĞLU