SANATA DAİR

         NEVŞEHİRVE MÜZİK.

         Müzik ses dalgalarının değişik formatlarda algılanmasıdır. Bu sayede en büyük afet olan ses dalgaları kulağa hoş gelen melodilere dönüşmektedir.

            Kıyametin sesten kopacağını kutsal kitaplar yazmaktadır. Bülbül ise sesin latif tarafını temsil eder. İmam Gazali, “Kimya yı Saadet’te”; “Kırlarda güzel bülbülün sesini duyup duygulanmayan, latif bir müziğin sesini duyup duygulanmayan ruh hastadır.” Büyük bir hadis âlimi olan İmam Gazali müziğe din açısından ne güzel bakmıştır. “ Harama meze ola bilmesinin haram tarafı temsil ettiğini de söylemiştir.

            İnsanlıkla beraber müziğin gelişmesi, birbirinden etkileşmesi mümkün olmayan topluluklarda bile müziğe rastlanması, müziğin insanlık kültürü olduğunu ortaya koymaktadır. Her toplum kendi müzik aletlerini yapıp zaman içerisinde hem müziklerini geliştirmeleri hem de sazlarını geliştirmeleri müziği sanata taşımıştır.

            Yeri gelmişken arkeolojik kazılarda bulunan en eski müzik aletinin turna kemiğinden yapılmış kaval olduğunu da belirtmek isterim.

            Tarihimizde müziğin hem saray çevrelerinde, hem de halk arasında muteber olması, bu sanatı hem çeşitlendirmiş hem de uçuşa geçirmiştir. Bu sayede ilim dalı olarak kabul görmüş ve üzerinde çok ilginç çalışmalar yapılmıştır. Makamlar ve vuruşlar icat edilmiş ve bunlar geliştirilmiştir. Avrupa’da da müzik geliştirilmiştir. Bir İspanya müziği ile Avusturya müziğinin arasında çok önemli farklar bulunmaktadır. Bu durum Türk Coğrafyasında da farksızdır. Egenin zeybeği, Karadeniz’in horonu, İç Anadolu’nun, Kerkük’ün, Kafkasların, Diğer Türk Dünyasının müzikleri ayrı ayrı güzellikler ve özellikler sergilemektedir. Türk sanat müziğine “ ŞARKI “ deriz. Doğu anlamındadır. Türk sanat müziğinin niçin doğu ile alakalandırıldığını anlamamız için Doğu Türkistan ve Özbekistan müzik ritimlerini dinlemenizi tavsiye ederim.

            Müzik tedavide kullanılmıştır. İlk örneği Türk Atabeyi Nurettin Zengi Darülşifa hanesi olarak kayıtlarda geçer. Daha sonra; El Razi, Far-abi, İbni Sina gibi bilim adamları müziği sağlık açısından uygulamışlardır. Kayseri, Divriği, Amasya ve Enderun Şifahaneleriyle müziğin aynı zamanda da kurumlaştığını da görmekteyiz. Konya Mesnevi hanesi, Hacı Bektaş dergâhlarında da tasavvuf ve deyişlerin yanı sıra saz yapımı, icrası ve çok kıymetli bestekâr ve ozanların yetişmesinde önemli katkılarda bulunmuşlardır.

            Anadolu’nun hemen hemen her köyü bir ozan, bir şair çıkartmıştır. Kayıtlara geçen müzik parçaları, destanlar, ozanların deyişleri yani müziğe dair eserlerin büyük bir kısmı akan sular gibi akıp unutulup gitmiştir. Zira kaynağının hala kaynadığına inanılmaktadır. Yöremizde de durum aynıdır. Oysa şiirler ve müzikler yaşanılan yıllar hakkında ne güzel bilgiler verirdi diye düşünüyorum.

            Müzik hakkında yıllar önce duyduğum bir yorum beni etkilemişti. “Oğlum, müzik adamı ya ağlatması lazım ya da oynatması lazım.” Demişti.

            Yurdumuzda müzik adamlarının mutlaka İstanbul’a uğramaları; Bütün suların dağlardan, Bozkırlardan engin denizlere aktığını anlatmaktadır. Zira müzik orada, usta orada, saz orada, şair orada, sazendeye ve şaire en büyük itibar orada, imkân orada değil mi? Ayrıca müzik adamının sanatını sergileyeceği yer orada, umut orada, umutsuzluk da orada…

            Bu yüzdendir ki, birçok şehrin en az bir tane İstanbul Türküsü vardır. Yöremizde de “Taşa çaldım ayvam ile narımı” Türküsü gurbetin İstanbul olduğunu anlatmaktadır.

            Yöremiz Türküleri tam olarak derlene bildi mi?  Hiç sanmıyorum. Türk Halk müziğine çok büyük katkılar sunmuş rahmetli Muzaffer Sarısözen’in yöremize uğramaması gerçekten çok büyük bir eksikliktir diye düşünüyorum.

             Yöremiz çok kıymetli ve tanınmış müzik adamları çıkartmıştır. Bu sayede çok güzel Türkülerimiz mevcuttur. Türkülerimizin hikâyeleri de inanın destan gibidir.

            Yöremiz müzik adamlarına örnek verecek olursak; Şekip Ayhan Özışık, Adnan Saygun, Uçhisarlı Ahmet Misali, Ürgüplü Refik Başaran, Avanoslu Selahattin, Gündüz Haram yemez gibi Türk Halk müziğine, Türk sanat müziğine derin izler bırakmış sanatkarlarla karşılaşırız.

            Bu arada yöresel türkülerimize de örnek verelim;

  • “Ağaçlıktan aşar gelir.” Gündüz Haramyemez.
  • “Askeriken ölen Duran’ın ağıdı.” Avanoslu aşık Duran Şahin.
  • “Avcıyım ben bu dağları aşmadım.” Gündüz Haramyemez.
  • “Behiye ve Abdullah’ın ağıdı.”  Avuç Köyünden Hasan Şahin.
  • “Nevşehir dedikleri de bir büyük şehir.” Mustafa Mavuş.
  • “Memberi “ Uçhisarlı Ahmet Misali.
  • “Cemalım cemalım.” Refik Başaran.

Keza Türk Sanat müziğinde Şekip Ayhan Özışık’ın onlarca bestesi bulunmaktadır. Bu şarkılarının arasında; Film müzikleri bulunduğu gibi sanatkârımızın bestelediği şarkılara da filmler çekilmiştir. Adnan Saygun’un müzik kariyeri Türkiye’nin sınırlarını aşmış büyük sanatkârlardandır.

Yöremizde tefçi kadınlar vardı. Kına gecelerinin, kadın eğlencelerinin vaz geçilmez sazendelerindendiler. Kendilerine özel sesleri ve tef çalışlarıyla unutulmaz anılar sergilemişlerdi. Tefçilerin ya çok türkü bilmek ya da Türküleri kendileri yakmak gibi özelliklerini unutmamak gerekir. Bunlarında birçok türküsü tarihin sessizliğinde kaybolmuştur. Zira bu türküler kayıt altına alınmış olsaydı bu günkü Türkü sayısı 5-10 kat fazla olurdu.

O günlerden kalan; “Burası Beddik Mehlesi Alim evlen evlen.” Türküsünün kayıtlara girdiğini bilmiyorum. Küçük çocukken annem beni kına gecelerine götürürdü. Genç gelinlerin, kızların oynamalarına hayran kalırdım. Zira yeri titretirlerdi. O görüntüleri bu günkü profesyonel folklorcularda bile göremiyorum.

Günümüzden 80-100 yıl önce Nevşehir’de; Udi, Tamburi bayanların bulunması çok enteresandır. Demek ki bayanlar arasında saz sohbetleri oluyormuş.

Yöresel tarih derlemelerinde de bu konuya değinmiştim. Erkekler içinde; Odalar, kaya damlar vardı. Oralarda sazlar çalınmış, âşıklar müziklerini ve deyişlerini icra ederlermiş. Tabi bu arada halk çok güzel zaman geçirirmiş. Köylerimizde bu hizmeti veren köy odaları da mevcuttu.  Kayıtlarımızda;  Kırcı oğlu nun kahvehanesi ve Kavaklı gazino yine sazını ve deyişlerini sergileyen ozanlara mekân olmuştur. Sıcak yaz gecelerinde halka dinletiler yaparlar, yöresel şairlerle atışma, güzelleme, deyiş örnekleri sunarlarmış.

Nevşehir ve çevresinde genellikle bağlama ve divan sazı kullanılırmış. Düğünde dernekte ise davul-zurna adettendi. Başka bir deyişle müzik aletlerini sadece düğünde, dernekte görüle bilirdi. Müptelaları her hâlükârda sazını çalardı.

Saz çalmaya merak ettiğim 1970’li yılların başında, ailem ve toplumum saz çalmaya iyi bir gözle bakmadıkları için oldukça sıkıntılar çekmiştim. Örnek olarak elimde sazımla çarşıda rahat yürüyemezdim.

Bırakın saz öğretecek kimseyi, sazımı akort edecek bir usta bile bulmam zordu. Halk Eğitim hiç aklımda bile yoktu. Orada belki biz saz kursu bula bilirdim. Söylediler, eski bir ustaya gittim. Sazı bırakıp namaza başladığını söylemişti. Bu olanlara hiç anlam verememiştim.

Çevrem saz çaldığımda, içki âlemlerinde kayıp yok olacağımı düşünürlermiş. Oysa müzik kibar bir sanattır. İnce bir sanattır. Yarım asırdır saz çalarım içki kullanmadım. Demek ki civarımda hep kötü örnekleri görmüşler ve böyle bir duyguya kapılmışlar. İslam ilmihalinde de kesin sonuçlara varmayan bazı kişilerin yorumuyla müziğin eleştirildiğini gördüm.

Saz sanatının disiplininden haberi olmayan veya uymayan kişilerde kaya damlarda ıssız yerlerde haram mezesiyle icra edilmiş. Bir deyişle sanatın bazı kısımları merdiven altına itilmişti. Eleştirmek haddim değil ama bu tür türkülerden örnekler vereyim.

  • Doktora gittim de sana yolladı, yürü bibimin kızı yürü (Bibi haladır.)
  • Tarlaların sınırı, kızlardan cilveli olur gelinlerin kısırı, güccük gelin yürü
  • Benim sevdiceğim 13-14 yaşında
  • 15 yaşında da Nazife de hanıma yazık ettiler.

Bu Türkiler belki de kendine has özellikler taşımaktadır. Tanınmış ozanlarımızda pek karşılaşamayacağımız türkülerdir.

Müzik adamlarımızın yetiştirilmesiyle ilgili bazı notları sizlerle paylaşayım:

MUZAFFER SARISÖZEN; Babası Nakşibendi şeyhlerinden olduğu için müzik konusunda engellerle karşılaşmış ve Müzik aletlerini tavan arasında öğrenmiştir, ağabeyleri bu konuda kardeşine yardımcı olmuşlardır.

Sarısözen; Çanakkale ve Kurtuluş Savaşlarına katılmıştı. Savaşlardan döndükten sonra tahsilini tamamlamıştı.

AHMET KUTSİ TECER; Muzaffer Sarısözen’i keşfedip tanıtmıştır. Muzaffer Sarısözen Türk Müziğine en büyük katkıda bulunan sanatkârlar arasındadır.  En az 10.000 derleme yaptığı söylenir. 

Ahmet Kutsi Tecer, Âşık Veysel’ i de keşfeden kimsedir. (Yıl 1930) 

Şekip Ayhan Özışık 6 yaşında müziğe başlamıştır.

Adnan Saygun’un çok iyi bir soprano olduğu söylenir.   

Saygılarımı sunarım.