SU- 2 ÇEVRE VE EKOLOJİ

Su hayatın kaynağıdır. Susuzluk çok büyük bir problemdir. Felakete dönüşe bilen bir problemdir. Böyle bir felaket yaşamamak için suyun korunması, temiz tutulması hayati önem arz etmektedir. Bu gidişle gelecekte suyun ne olduğunu istemesek te daha iyi anlamak zorunda kalacağız. Su yöremizin en önemli problemi olduğu kadar aslında dünyanın en önemli problemleri arasındadır. İnsanlık medeniyeti her geçen gün adım adım bir felakete sürüklenmektedir. Gelişmiş ülkeler sularını korumaya çalışsa da birçok konuda başarısız olmaktadır. Birleşmiş Milletler bu konu üzerinde dursa da; Kapital ve emperyalist güçler mal kapma telaşında, hatta bu isteklerini saklamıyorlar bile…

Gelişmemiş ülkeler kontrolsüz bir şekilde çevreyi kirletiyor, sular dolaylı yada doğrudan killendirile biliyor. Bu konuda denetleme mekanizmaları ne kadar çalışıyor bilmiyorum. Akarsuların pembeye, beyaza, siyaha döndüğünü sıradan halk olarak televizyonlarda izliyoruz. Önlemler sonradan alınıyor ya da düzeltmesi için gün ve yıl mühletler tanınıyor. Tam oluşmamış kömürle çalışan elektrik santrallerine mühlet verilmesi meclisimize kadar gele biliyor. Hele ki olmadı, bu sefer direkten döndü de kurtardık gibi duruyor. Burada önemli olan bu süreçte denetlene bilecek mi? Hadi bakalım, izleyelim. Kömür dumanı suları kirletir mi? Evet efendim kirletir. Dumanın bünyesinde bulunan hidrojen ve sülfürler asit yağmurlarına neden olur. Toprak zarar görür, su zarar görür, tarım zarar görür ve canlılar zarar görür.

Suyu koruyup temiz tutmak en az su bulmak kadar önemlidir. Devlet de bu konularda çalışmakta çeşitli çabalar sarf etmektedir. Her kesimin üzerine düşen görevler vardır. Suyu korumak aynı zamanda insanlık medeniyeti açısından bir nefsi müdafaadır.

Televizyonlarda çeşitli göllerin kuruma eğiliminde olduğu söylenmektedir. Kars’ta ve Yalova’da kurumakta olan gölleri görmem insanın içini sızlatmaktadır. Bunlardan öte dünyamız küresel ısınma cehennemine doğru hareket ettiğini birçok bilim adamı söylemektedir. Dünyamızın tatlı su rezervleri de tehdit altında demektir. Bu durum gelip geçici bir durum da değildir. Su konusunda insanlık her gün bir geri adım atmaktadır. Sular çekildiğine dair işaretler vermektedir ama tehlike çanları ve alarm henüz çalmadı. Çaldığı zaman iş işten geçmiş olacaktır. Oysa insanoğlunun su için global bir çalışmaya girmesinin tam zamanıdır.

YÖREMİZDE SUYUN SEYRİ

1960’lı yılları size anlatmaya çalışayım. Bir deyişle çocukluğum…

Borus Çayı gümbür gümbür akardı. Akan su temiz ve soğuktu. Vadi bununla yetinmez, onlarca pınarla insanlara güzellikler sunardı. Pınarlar Borus Çayından ayrı olarak Karşı Dağ ve Kahveci Dağından süzen sulardı. Külliye Camisinin olduğu yerde de çok güzel pınarlar vardı. Hömertiye ya da özümüze giderken buralardan mutlaka su içerdik.

Biliyorsunuz Borus Çayı, Âşıklı Dağının altındaki “Yuvanni” dediğimiz bölgede yerden kaynardı. Bu su da çok lezzetli bir suydu. İşine yarayanlar için bu suda sülükte bulunurdu.

Nevşehir’in etrafı bağlarla, tarlalarla çevrili olduğu için civarda birçok sarnıçta mevcuttu. Mesela Lale sanayinin ilerisinde “Kapaklı pınar” sadece adı kalmıştır. 2000 Evler Hastaneye dik çıkan bayırın ortalarındaki sarnıç birçok insana hizmet verirdi. Yerinde şimdi bilmem kaç katlı apartmanlar var.

Eskiden Kozaklı ’ya kaplıcalara giderdik. Sıcak suların kaynayıp aktığı yerler vardı.

Bunlar benim gördüklerim. Daha göremediğim ne güzellikler vardı. Borus çayında buğday yıkadıklarını da görmüştüm. Suların çekilmeye yakın bir zamanı çay resmen lağım gibi akıyordu. Sonra o da çekildi.

Tarihte daha da eskiye gidelim. Yazısız tarihin anlattıklarına, yazılı tarihin seyahat namelerine bakalım. Ayrıca yöremiz doğasını biraz da okumaya çalışalım.

Vadilere baktığımız zaman eskiden yani vadiler oluşurken suların daha çok olduğunu doğadan en basit bir şekilde okuya biliyoruz. Yöremiz Sedir ormanlarıyla kaplıymış. Nevşehir seyretmek için kurulmuş bir şehirmiş. Keçi kalesinde yabani keçilerin de varlığından bahsedilir. Dokuz milyon yıl lav fışkırtan Erciyes Dağı, etekleri ta Acıgöl kabul edilen muhteşem Hasan dağı doğayı kirletememiş de, 1970’li yıllardan sonra insanoğlu bunu başarmış. Ne garip değil mi?

Bu sular nereye gitti. Sanırım Sayın Yalçın Demir’in zamanında “Keyşin suyu” etraflıca araştırıldı ve bir sonuca bağlanamadı. Bu su Kahveci Dağından ya da daha ötesinden gelen suydu. Bu konuda yaptığım araştırmada taşlardan yapılmış künklerle (bir nevi taş boru) Nevşehir’e su getirildiğini duymuştum. İbrahim Paşa’nın bu suyolunu yaptırdığı da söylenir. Bir söylence de; Bu suyun bir şekilde üstünün açıldığı ve iki Rum çocuğunun burada boulması sonucu yün-toprak karışımı ile bu açıklığının kapandığıdır.

Borus Çayı, Misli ovasında yapılan sulu tarıma kurban edilmiştir. Oysa bu tür sularekolojide “Fosil su kaynakları” olarak geçmektedir. Bazı yer altı suları yer üstü sularıyla beslenir, bazen de beslenmez ve milyonlarca senede oluşur. Borus Çayının Yuvannide kaynadığı günlerde Misli ovası ve civar yem yeşildi. Borus Çayı Vadisi de yem yeşildi.

Elbette ki tarıma karşı değiliz ama su kaynakları belli bir zümrenin malı da değildir. Devlet korumasında olması gerekmez mi? Tarımla uğraşan kurumlarımız; Damlama sulamayı, alternatif tarımı önerip devletin yaptırım gücüyle suyu koruyamaz mı? Toprağa onca yıl atılan kimyasal gübrelerin az da olsa var olan su havzasına zarar verme olasılığı göz ardı edilmemelidir.

Suyun kıtlığı ve kirlenmesinin sonuçlarını bilimsel bir makaleden olduğu gibi aktarmak istiyorum.

1 Su kaynaklarının gittikçe azalması ve su kıtlığının başlaması.

2 Hızlı nüfus artışı ve hızlı kentleşme

3 Sanayileşmenin artışına koşut olarak artan su gereksinimi

4 Çoraklaşma ve tuzlanma neticesinde toprağın niteliğinin bozulması.

Sonuç ortada, günlük yaşam için sular feda edilirken küresel ısınma da adım adım yaklaşmaktadır. Küresel ısınmanın en bariz belirtilerinden biri de alışılmamış ölçüde sellerin gelmesidir. Buda şehir planlarında ehemmiyete almak gerekir. Sel yataklarından yapıları ve insanların toplu barınmalarını uzak tutmak gerekmez mi? Bakın henüz sel yok, demek ki çalışma zamanı, önlem alma zamanıdır. Allah korusun sel gelip can ve mal kayıpları olduğunda halka ne denecek, Hakka ne denecek. Bu konu üzerine de makale yazmıştım.

Efendim, Türkiye tatlı su üretmek zorundadır. Bu işe başlamak başarmanın yarısıdır. Su üretiminde teknolojisini geliştirmek de uygulama ile olmaktadır. Güneş enerjimiz var, üç tarafımız denizlerle çevrili, insan kaynaklarımız var, arazilerimiz, yaylalarımız nelerimiz var nelerimiz. Allah’a Hamt olsun. Geniş zamanda yapmak ve yol almak, dar zamanda yapmaktan daha iyidir. Susuzluk geliyor efendim susuzluk geliyor. Çalışalım, koruyalım, samimi olalım, adil olalım. Saygılar ve sevgiler aziz milletimedir.