Gezmeyi, eğlenceyi seven, gününü gün etmekten hoşlanan biri İran tahtına oturur. Tahta oturur oturmaz da kendini eğlenceye verir, ‘nerede Şam orada akşam’ yaşamaya başlar.

Zevk ve eğlenceden başka hiçbir şey düşünmez

Bir gününü dahi boş geçirmek istemez, yarışmalar, oyunlar, eğlenceler tertip eder, devletin hazinesi su gibi akmaya başlar, ülke sanki bir eğlence cinnetine tutulmuş gibidir.

Şah bir gün mimarbaşını çağırır;

‘Bana öyle bir saray yap ki, içinde kaldığım süre içinde canım hiç sıkılmasın’ der.

Mimarbaşı;

‘Emredersiniz efendim’ diyerek huzurdan ayrılır

Mimarbaşı hiç vakit kaybetmeden ülkeyi dolaşmaya başlar, gezer, inceler, araştırır, sorar, öğrenir ve sonunda saray yapılacak yeri bulur.

Burası yüksekçe bir tepedir

Hemen inşaata başlar, çok sürmez, birkaç yıl içinde sarayın yapımını bitirir.

Şahın huzuruna varır;

‘Efendim sarayınız hazır’ der

Şah yerinde duramaz, yeni sarayı görmeye gider, saraya girer, girer girmez de şaşkınlıktan küçük dilini yutacak olur, tüm odaların rengi güneşin ışığı ile değişmekte, renkler adeta duvarlarda oynaşmakta, her an her dakika yeni görüntüler ortaya çıkmaktadır, şah gördüklerinden çok memnundur.

Mimarbaşı;

‘Efendim benimle mahzene kadar gelir misiniz?’ der, birlikte mahzene inerler.

Mimarbaşı;

‘Efendim, eğer başınıza bir iş gelecek olursa şu gördüğünüz taşı oynatmanız yeterli olacaktır, taş oynadığı anda tüm saray bir saat içinde yerle bir olacaktır’ der.

Şah daha da memnun olur, mimarbaşına hizmetlerinin karşılığı olarak epey bir dünyalık verir.

Şah tekrar eski saraya döner, yapılanları eşine anlata anlata bitiremez, sarayı, odaları, ışık oyunlarını, renklerin sürekli değişmesini anlatır da anlatır.

Olacak bu ya bir gün Şah’ın aklına bir vesvese düşer;

‘Ya mimarbaşı o taşın görevini birilerine söylerse…’

Bu vesvese ile uykuları kaçar, huzuru bozulur, ne yapsa ne etse kötü düşünceyi kafasından atamaz, sonra kararını verir.

Mimarbaşını sarayına çağırır;

‘Gel seninle terasta bir çay içelim’ der. Terasa çıkarlar, terasta ayakta duran mimarbaşını arkadan iterek terasın altındaki uçuruma yuvarlar.

Mimarbaşı düşerken can havliyle bağırır;

‘Efendim o taşın yanında ikinci bir taş… İkinci bir taş… Sözünü tamamlayamaz, uçurama düşerek paramparça olur.

Rivayete göre, o taşın yanında ikinci bir taş daha vardır ve bu taşın her yıl yenilenmesi gerekmektedir.

Taş yenilenmemiş, saray da yerle bir olmuş, mimarbaşının ahı tutmuştur.

Bu gün, o sarayın yerine gezerken hiç bir kanlıtıya rastlamayan insanlar;

'Acaba bu olay gerçek miydi?' diye düşünmekten kendilerini alamazlar.