Köy Öğretmenleri

Elleriniz havada olsun yavrularım
Atatürk ilkeleri yol göstersin size
Gözlerinizde coşku şimşekleri kıvılcımlansın
Haykırın, haykırın varlığınızı çevrenize
Elleriniz havada olsun yavrularım.
 
Sevginin resmi rozetlensin yakanızda
Büyüklerinizi sayın, sevin küçüğünüzü
Aymazlık yelleri savrulmasın yanıbaşınızda
Başarı mutluluğunda renklendirin yüzünüzü
Elleriniz havada olsun yavrularım.
 
Siz, Tanrının eseri, şaheserisiniz yavrularım
Maden maden beyinlerinizdir övüncüm
Gelecek sizlersiniz, size güveniyorum
Yaşamın dik yokuşunda sizsiniz gönülgücüm
Elleriniz havada olsun yavrularım
 
Sanata, doğaya, güzelliklere yer verin
Olumlu kişilik sergileyin davranışlarınızla
Nokta kadar çıkar için virgül kadar eğilmeyin
Haksızlığa direnciniz ışık olsun karanlığa
Elleriniz havada olsun yavrularım.
 
Çalışın, çok çalışın yörenizde
Onurunuz güvenle kalkan parmaklarda şekillensin
Atatürk devrimleri ışık olsun önünüzde
Düşünce, bilgi toprağında bilinçle gelişsin
Elleriniz havada olsun yavrularım.
 
( Muhsin Durucan. Öğretmenin Haykırışı. Çağdaş Türk Dili Dergisi.1993 kasım.69,10. Ankara)
 
 
Gökte yıldız çoklusunda köyü var yurdumun. Nemli yellerle soluk alıp veren köyler. Dağ doruklarındaki buzulların hemen dibinde kar sularını içen köyler. Dağların kuytuluklarında gizlenmiş, yaylaların yüzüne serpilmiş, bataklıklarda yaşam alanı bulmuş, üstü kan köpüklü meşe selleriyle koygun koygun akan ırmakların yanındaki köyler. İç açıcı, gönül karartıcı, insanda yaşama isteği uyandıran, ya da ağlama isteği veren köyler. Köylerimiz. Gitmesek de görmesek de diyemeyeceğimiz, görmezlikten gelemeyeceğimiz köylerimiz. Bizim köylerimiz. Göz gözü görmez tozanak  kasırgalarıyla ve insanı tutsak kılan çamuruyla, balçığıyla, gökçe gövertiler içine serpilmiş ya da  bir tutam gökçe göğertiden, gökekinden nasibini alamamış köylerimiz.      
 
Yurdumuz uçsuz bucaksız
Gökte yıldız kadar köylerimiz var.
Ama uzak, ama harap, ama garipsi…
Alın benim gönlümden de o kadar.
 
Uzak köylerimizde kuşlar gibi
Her sabah çocuklar size uçar.
Ama küçük, ama büyüyen, ama güleç…
Alın benim gönlümden de o kadar.
 
 
Siz kara göklerin yıldızları
Işıtın yurdumu sabaha kadar,
Ama düşe kalka, ama yiğit, ama umutlu…
Alın benim gönlümden de o kadar.
 
Dağlara, vadilere, ovalara
Tesbihler gibi saçılmış köyler,
Rüzgara karşı bir bayrak
Sevinçle türküsünü söyler.
 
Ve onlar, saçları uzamış
Çatlak ellerinde çıkınları,
Üç saat, dört saat ötelerden
Yorgundur,sessizdir akınları.
 
Ve onlar yıldızlar gibi
Gözleri ışıl ışıl yananlar.
Oyuncak için değil, kağıt kalem
Kitap için gizlice ağlayanlar.
 
Ve onlar, aşıktan bilya
Sopadan at yapanlar.
Kurt yavruları gibi, kuzular gibi
Dağ başlarını çınlatanlar.
 
Büyük bir ulusuz biz, büyük…
Utlu günler düşünmek ağlatır insanı.
Çemişgezek’te, Patnos’ta, Malazgirt’te doğanlar
Öksüz kor musunuz vatanı?
 
Gündüzün akşamla kavuştuğu saatte
Güneş altında tarlalar çın çın öterken
Ya o sıcak yağmurlar toprakla çiftleşir,
Ya da ilk ışıklar sabahları erken
Rüzgarla içimizde eserken.
 
Çemişgezek’te, Patnos’ta, Malazgirt’te doğanlar
Bütün bunları düşünmelisiniz.
Yüce ırmaklar gibi sessiz, sürekli
Kağnılarla, arabalarla, kamyonlarla
Akıp köylere gitmelisiniz !
Yurdumuza ışık iletmelisiniz.
 
( Cahit Külebi. Çocuklar İçin Şiirler. Yeni Binyıl Gazetesi. 123-125 ss İstanbul )
 
Yetiştirip öğretmen diyerekten salıverdiğimiz, çok zaman halleri nicedir deyu sormadığımız, durmadan yollarını yokuş eylediğimiz, Tanrı mesleğidir deyu avutup da zamanı gelende aşağılamalara lâyık gördüğümüz gençlerimiz. Öğretmenler, bizim öğretmenlerimiz.
 
Biz ilkokulda okurken
Ayaklarımız yiterdi oyunda
Burnumuz kulağımız yiterdi
Nasıl da bulup verirdin
Öğretmenim
 
Mendilinle  ağız silerdin
Acılarımızı silerdin
Yüzlerimizden
Senin hiç mi acın yoktu
Öğretmenim
 
Ben 1B’den 272 Ali
Ne zaman seni ansam
Mavi bir gül olur gökyüzü
Ak bir yanıt yükselir içimde
Niçin yükselir
Öğretmenim
 
( Ali Yüce.Anamı Arıyorum.1983. s.25. Ankara)
 
 
Ana hakkı, baba hakkı, hoca hakkı demiş atalar. Var mıdır sevecen bakışlı, kalem tutmasını öğreten öğretmenini, ilk öğretmenini unutan? Asker arkadaşlığı unutulur, mâpusâne arkadaşlığı unutulur, hastane arkadaşlığı unutulur da ilk öğretmenin o sıcak, belli etmemesine karşın, dolup boşalan, o azca resmî arkadaşlığı  unutulmaz, unutulamaz.
 
Kalem kağıda tutkun,
Elim yazmaya yatkın,
Yadsınır mı bunda katkın,
Öğretmenim, öğretmenim.
 
Sen öğrettin sağı solu,
Sende buldum doğru yolu,
Yüreğim sevginle dolu,
Öğretmenim öğretmenim.
 
Bilgiye sen ulaştırdın,
Nice engeller aştın,
Sevindirip coşturdun,
Öğretmenim öğretmenim.
 
Bunca emek bunca çaba,
Destan yazıldı kitaba,
Bize oldun ana baba,
Öğretmenim öğretmenim.
 
Bilimin gizindeyim
Gerçeğin sözündeyim
Atatürk’ün izindeyim,
Öğretmenim öğretmenim.
 
( Hüseyin Güney. Varsa Sevgi Yoksa Sevgi. 1. Mersin )
 
Öğretmen adaylarının "Anılar Defterleri"ni okumalı. Nasıl içten, nasıl coşkuludurlar. Bir filiz inceliğinde anılar. Umutlar göğermekte. Aman dikkat, bir muhalif söz kırıverir filizleri, bir hoyratça yel düşürüverir umut bayraklarını. “ Gece gündüz demeden çalışacağım. Köylüyü anam, babam ve çocukları kardeşim bileceğim. Okumasız-yazmasız kimse bırakmayacağım. Yemin ederim. "  Halide Edib’in öğretmeninden Reşat Nuri’nin öğretmenine, Sunullah Arısoy’un öğretmenine dek, hep böyle.
 
Sizi nasıl özledim bilir misiniz
Dünden bugüne
Nerdeydiniz, nerdeydiniz,
Leman, Şahin, Hanife
Niye gelmediniz ?
 
İşitmediniz biliyorum, işitmediniz.
Dün biz bir tören yaptık,
Siz onu görmediniz.
Ulu bir rüzgar esti
Okulumuzun bahçesinden
Seslerimizi aldı götürdü.
Ne güzeldi bayrağımız bir görseniz
Biz onu selamladık, o bize gülümsedi.
 
( Hazım Zeyrek. Öğretmen Şiirleri Antolojisi. 1965. s.97. Akara )
 
 
İlk aylıkla ana babaya armağanlar. Elleri öpülen analardır asıl, hakkını ödeyemediğimiz. Horozlar günü muştularken, bölüp de uykusunu, kahvaltı hazırlayan, sobada ıhlamur kaynatıp gönül sıcaklığıyla bize içirirken, içimizi ısıtan, çöreğimizi kızdırıp, endişeli, sevecen bakışları altında az yediğimizde azarlayıp, açlığımızı bastırsın deyu ceviz kırıp cebimize dolduran ve de ayacıklarımızın üşümemesi için lâstik çizmelerimizi sobaya tutup soğukluğunu alan, ördüğü atkısıyla boynumuzu sarıp, kucaklayıp, kasaba yollarına salan analarımız. Arkamızdan bir söz," İstikbal kucak açmış, sizi bekliyor yavrularım, koşun, koşun !"
 
Koştuk anam, koştuk. İstikbal ne ki. Ne gösterecek acep? At arabası mı olur, kağnı mı yoksa bir traktör vagonu mu? Bir yoksul öğretmenin denginden ne olur? Kilime, savana sarılı yatak, yorgan, tüp, tava, tencere. Meslek kitapları, romanlar. Mandolin. Fotoğraf makinası. İçinde anlatamadığı duygular, dile getirmekten korktuğu fırtınalar. Eller sallanır. Yeni bir yaşama doğru. Ya kağnı gıcırtısıyla. Ya tozu dumana katarak dörtnala. İstikbal kucak açmış, bekliyor. Koşun, koşun.
 
Yürüyor aydınlığı köylerin kentlerin
Karlı ovalarda izler bırakarak
Ardahan’ın derin vadilerinden karlı çizmeler,
Yürüyor başkentin sokaklarında.
 
Yürüyor omuz omuza çocuklariyle,
Muş, Bursa, Bayburt, Ardeşen
Hümanizmanın güneşli çimenlerinde
Aydınlıkla ustası Yücel
 
Yürüyorlar başkenti selamlayarak,
Arhavi’deki yalnız siperlerine,
Yarın, kıraçlarda büyümüş yoksul öğrencilerin
Demokrsi özlemine dönecekler…
Yeniden, durmadan yürüyecekler…
 
( Ceyhun Atuf Kansu. Öğretmenler yürüyüşü. İmece Dergisi. 24. s.4. Ankara )
 
Mevsim güzdür ve ortalıkta bir telâş, aman bir telâş. Düz damlı köy evlerinde yeni bir haber. Tek düze yaşamlarında bir değişiklik. Öğretmen gelmiş. Yalama dudaklı, kavruk yüzlü çocuklar koşup gelende yük mü dayanır. Okulun yanında öğretmen evi. Ama neden ağaçsız, neden su varken ve de çamurlaştırarak akıp giderken? Neyse. Çocuklar çepeçevre. Nasıl da bakıyorlar. Unutuverdim. “ Şeker getirdiydim. Alın bakalım”. Yabanıl değiller, alışıverdiler. Muhtar geldi. Tut ellerinden öğretmenin, muhtar. Köyünüze ışıktır bu öğretmen. Çocuklarınızı bilisizlikten kurtaracak mumdur bu öğretmen. Kendisi eriyerekten. Yavrularınıza analarının ballı sütü gibi helalinden, Türkçemizi öğretme çabasında …
 
Güzel Türkçem, tatlı dilim
Ağız tadı, bal şekerim,
 
Düşüncemdir ilmek ilmek
Ak kağıtta sergilemek.
 
Anadilim, sıcaklığım
Sesim, özüm, yüzaklığım.
 
Kırda çiçek, kitapta söz
Petek petek damlayan öz.
 
Salkım salkım üzüm bağım
Elmam, ayvam, şirin narım.
 
Şiir şiir kitaplığım
Simge simge albayrağım.
 
Güzel Türkçem, sevincimsin
Hem gündüzüm, hem gecemsin.
 
( Muhsin Durucan. Güzel Türkçem. Çağdaş Türk Dili Dergisi. Haziran 1995.88.20 .Ankara)
 
 
İlk anılar düşülür deftere, el ayak çekilende. İlkedir bu. Hiç aksatmadan yazmak, yazmak. 30, 40 yıl sonra emekliye ayrılanda zengin bir anılar belgeliğine sahip olmak. Uymak bu zorunluluğa, şu hızlı yaşam temposuna adım uydurduğumuz dünyada ne denli zor. “ Karmakarışık duygular içindeyim. Yemekten sonra köylüler geldiler. Konuştuk şurdan burdan. Çok ilginç tipler var. Muhtar ısrarla evinde kalmamı istedi, ama ben ayrıldım. Okula geldim ki, yatağım hazırlanmış. Öyle yorgunum ki.”
 
Seninle bir ilkyaz günü
Okulun bahçesinde
Yan yana oturmuş, söyleşmiştik.
Daha abeceyi
Yeni söküyordun.
Sonra
Tırnak makasımı çıkarıp
Uzayan tırnaklarını
Kesmiştim.
Ders yılı sonunda
Ne gzl
Sınıfını geçmiştin.
İlk gününde ikinci sınıfın
Herkes vardı, sen yoktun.
Sordum
Öldü dediler
Yaz tatilinde Sevim öldü.
Yüreğimden bir tel koptu
Saçıma bir ak daha düştü
Yüzüme bir çizgi daha oturdu.
Sen yoksun ya Sevim
Ben artık
Mutsuz bir öğretmenim.
 
( Hüseyin Güney. Varsa Sevgi Yoksa Sevgi. S.23. Mersin )
 
 
Köye ilk kez okul yapılmış diyelim. İlk kez bir öğretmen atanmış diyelim. Yoksul evlerde ne konuşulur gayri? Çocukları okula getirtebilmek. Her zaman da şeker dağıtılmaz ki. Muhtar anlayış gösterir, göstermez. Köylü üretimde gücü olan bireyin okula gitmesiyle tarımsal etkinliğinin zayıflayacağını, parayla ek iş gücü satın alması gerektiğini düşünür. “ Koyunları kim güdecek? Daha patates de sökmedik ki? Okuyup da âlim mi olacak bire muallim? Ağası Alamanya’da, dünyanın parasını kazanıyor. Kızlar mı? 0 hiç olmaz işte.”  Oof of...  Nasıl da yokuşa sürülüyor işimiz. Neler de yazmıştık anı defterimize. Yenilgiyi kabullenme hemence. Dur bakalım. Gün ola devran döne. “ Emine mi? Küçüğüne bakacak, gelemez okula. İdare et bire hoca. Halden anlarsın. Sen de köydensin canım. Sanki senin bacıların okula mı gitti?”  Gittiler ya, hepsi de bitirdi ilkokulu. Muhtar, yardım et de okula öğrenci kaydedelim. Valla komşular, hocayı zor durumda koyuyorsunuz. Bakın, ben iki kızımı da gönderiyorum. Giderek ayaklar yere basacak. Gerçeklerle karşı karşıyasın artık. Bozkırda, dağ doruklarında, yaylaların ısırıcı kuz yellerine karşı koyaklarda bir savaş vermektesin. Geriliğe, ilkelliğe, bilisizliğe karşı bir kutsal savaş. Dayan öğretmenim dayan. İlk günler evler sıraya konmuş, yemek göndermekte. Hiç olmazsa taze bazlama, çökelek, yumurta. Giderek kendin pişir, kendin ye olacak. Doğrusu da bu değil mi? Artık A’lar, B’ler, C’ler arasında, Güneş dizgesi, Dünya, Yurt, Atatürk, Cumhuriyet, Türkiye, il, ilçe, köy öğretirken, eli kalem tutmazlara sabırla yazı belletirken yemeğini de yapacaksın. Tencerede bir yoksul aşı. Patates. Pilâv. Anacığımın domates turşusu olsaydı, ne güzel giderdi pilâvla. “Örtmenim, anam yoğurt gönderdi! Camızımızın yoğurdu.”  Canım yoğurt da istiyordu ya. Ne güzel. Kopkoyu, ters çevir sahanı, dökülmez.  “Selâm söyle anana, babana. Sağolsunlar!" Alnında tebeşir tozları, elin aklaşmış. Bakarsın, yorgun. Mutlu bir gülümseme. Dalıp gidersin, uyuyakalmışsın yemeğin ardından. Uyku ilâcı gibi gelmiş camız yoğurdu. Pencereden giren güneş sıcacık etmiş odayı. Sonra kış. Ellerinde tezekler, kitaplarıyla üst üste çocuklar. Başka türlü nasıl ısıtılır. Soğuktan kalem tutamaz olmuş ellerini hohlaya hohlaya ısıtırsın. Çocuklarınkini de. Yavaş yavaş okur, yazar olmuşlardır artık. Köylü mutlu. Yav, hiç ummamıştık bu öğretmenden. İyi çalıştı, aşkolsun. Çok zorluk çıkardıydık canım. Gelin gönlünü alalım, bi baskın yapalım bu akşam. Tak tak, kapı. “Ooo, gelin gelin. Sobam yanıyor gürül gürül. Ihlamur içeriz birer. Girin hele, girin.” Ellerde taslar, sahanlar. "Bizim Köroğlu sana bal gönderdi hoca. Çağası okuyunca Alamanya’daki oğlunun gönderdiği mektubu ona okutuyor gayri, öyle keyifli ki, deme gitsin." Mutludur öğretmenim. Gözleri ışıldar. Yoruluyor, ama değiyor da. Gözlerinde biriken mutluluk yaşlarını göstermemek için, sobanın üstüne çaydanlığı sürer.
 
Bir türkü tutturdunuz hep birden
“ Dağ başını duman “ almaz gayrı
Siz memleket rüzgarlarısınız, dağıtırsınız.
 
Yarınların şavkı gözlerinizde
Genç ellerinizde, kafanızda olanca gücünüz
Uygarlık adına, yaşamak adına çabanız.
 
Ha benim kardeşlerim, ha benim hemşehrilerim
Milyonların kaderi hep o kara tahtada
Kabrinde rahat uyusun Atamız.
 
Bir avuç kişisiniz
Milyonla dertlere karşı fakir Anadolu7da
Dünyalar durdukça yaşayasınız.
 
( İbrahim Zeki Burdurlu. Şiirimizde öğretmen. Uyanış Dergisi yay. S.56,  İzmir )
          
Türkiyemin binlerce köyünde binlerce öğretmen. Dağlarda, yaylalarda yaşam savaşı veren köylümüzle birlikte kara bilisizliğe, yobazlığa, yoksulluğa karşı uğraşınız, kutlu savaşınız var. Ne mutlu. Dayanın, direnin.
 
Gel Doğulum
Gel batılım dönerek
Toroslara doğru kanat çırpan kuş
Selam uzaklardan Akdeniz’e
Güneylim, Kuzeylim
Adını duyu kendini görmediklerim
Selam size.
 
( İzzet Çetin. Oyun. 1964. Nevşehir )
 
 
 
Onlardı dağ köylerine her güz
Katırların sırtlarında ulaşan
Yürüyen, çamurlu yolarda gece gündüz
Onlardı bozkırların kerpiç okullarında
Türlü yokluklarla saçlarını ağartan
Onlardı ören kendi sınıfının duvarlarını
Aktaran çatısını ve yapan yolunu
Onlardı yalvaran sesle okula getiren
Bilime yabancı çocukları
 
Onlardı ana, baba, kardeş
Onlardı dindiren bütün sıkıntıları
Gece çökerken kur sesleriyle tepelerden
Aydınlatırdı odalarını titrek fener ışıkları
Ayazlı sabahlarda onlardı ısıtan
Buz kesilmiş minnacık parmakları
Soluklarının aleviyle, ışığıyla gözlerinin
Onardı ufkumuzu genişleten tan
Elleri hünerli, sevgi dolu kalpleri
Bilgileri engin bir deniz gibi
Bereketli, derin
 
Işıklı şehirlerden, tasasız gülüşlerden
Uzaktılar, yorgun saatleri beklerdi loş akşamlar
Onlardı ovada çiftçi, dağda çıban
Birer yıldızdılar gökyüzünde dolaşan
Ve ağartmağa çalışan üçyüz yılın karanlığını
Bilim denizine açılan küçücük yelkenlilerimiz
Yol alsın diye biteviye
Korkusuz esen yeldi onlar
 
Onlardı arkılar söyleyen bizimle
Tozlu yollarda, güneşli kırlarda
Onlardı demet demet çiçek götürdüğümüz
Onlardı mutlu kaderini yazan köylerin
Yırtan sonsuz karanlıkları bilenmiş inançlarıyla
Onlardı terk edilen, unutulan, tanınmayan
Kurumuş, eski bir kuyu gibi
Yatağında tenha bir derenin
Dinlenen değirmen gibi
 
Onlardı bin yıllık sarnıçta unutulmuş su gibi
Elleri hala bizim için bir şeyler yazar gibi
Bir şeyler yazar gibi
Ölmemişler , hala esirgerler bizi
Dinlerler sesimizi çiçek açmış kalpleriyle
Üstlerinde yıldızlar, altlarında kutsal ırmaklarla
Dinlerler sesimizi
Soluyan bir mezar gibi.
 
( Gürel Aydın. Ölmüş Öğretmenler İçin.  
Çağdaş Türk Dili Dergisi. Mayıs 1995. 87. 38-39. Ankara)