ELİNDEKİNİN KIYMETİNİ BİLMEK

İnsanoğlunun fıtratıdır. Kazandıkça hırs yapar. Hiç ölmeyecekmiş gibi kazanmaya devam eder. Sağlık da aynıdır. Sağlığını kaybedene kadar uğraşır didinir sağlığımızı bozmaya devam ederiz. Kıymet değeri olan her şeyi elimizdeyken kıymetini bilemeyiz.

Esas lafı Anneye ve aile fertlerine getireceğim. Doğduğumuzdan beridir en yakınımızda olan, zor günlerimizde, uykusuz gecelerimizde devamlı yanımızda olan annelerimiz, zor günler geçince tali yol gibi lazım olunca aranıp sorulan bir varlığa dönüşmektedir. Yaşlanmıştır. Yaşlılığın verdiği sıkıntıları yaşamaktadır. Evlatların ise işleri ve kendi aileleri olduğu için anne devamlı ertelenip durur.

Ata ise kendi evlatlarını yetiştirdiği zaman kendi atalarının yaşadıklarını yaşamaya başladığında tüm gerçekleri anlar-ki zaman çoktan geçmiş olur. Aynı bestekarımız Şekip Ayhan Özışık’ın; “Belki bir sabah geleceksin, lâkin vakit geçmiş olacak.” Sözleri gibi iç yakıcı olacak.

Bizim kuşaklarımızın yaşadığı şanssızlıklardan biride eski evlerimizin, mahallelerimizin yıkılıp, mahvedilmesini görmemizdir. Kötü bir piyango gibi görmek bize nasip oldu. Şehrin altındaki kaya yapı binlerce yıldan beridir yerinde duruyordu. Bunlar söylendi de…  Sonuç tarihin ve kültürün katlidir. Taş evlerin kadrini kıymetini bilemedik. İşin garibi en eski evler tarihi daha iyi yansıtan evlerdi. Yıkılan mahallerde, sonradan çıkan bir sarı taş furyasına uyulup nice binalar yıkılıp, makine sarı taşı binalar yapıldı. Bu binalardaki taşlar doğa ile uyum sağlayamadığından nemi geçiriyordu. Bu yüzden bu yeni yetme evler hem soğuk hem de küflü oluyordu.

Hatıralarımız evlerle birlikte yıkıldı. Çocuklarımız ve torunlarımız bu yapıyı hiç bilmeyecekler. Şimdi kaya şehrin nasıl bir muma olduğunu daha iyi anlıyorum. Efendim. Kara camii Külliyatı nerede? Kara cami’nin altından susaya inen yolda mezarlık çıkmıştı. Yaşlılara sorduk. Bilemediler. Tarihimizi millet olarak kendimizin koruması gerekir. Nevşehir’in tarihine baktığımızda kanunlar bile yetersiz kalır. Bu konu hakkında bir kayıt paylaşmak isterim. Külliye yıkılmış ve güzel bir mermer parçası Rum tebaa tarafından yerinden alınıp, Meryem ana kilisesine götürülmüş ve arka tarafına kendi yazılarını yazmışlar. Buralar onlara da yar olmamış. 1924 mübadelesinde buradan giderler. Bizimkilerden biri o mermer parçayı bulur, yerel yönetim de Kurşunlu caminin çeşmesinin üzerine yerleştirir. Bu mermer hala buradadır. ( Kaynak: İ.Habib Sevük. Anadolu’dan notlar)

Evler yıkılıyordu. Haydi, bizi baş verin, bizler atalarımızın dediği gibi karayakalılarız(Sıradan halk) Tanınmışlarımızın da evleri yıkılmıştır. Hasan emmi bunlardan biridir. Kıbrıs Savaşında Genel Kurmay Başkanı olan Semih Sancar bunlardan biri… Bu büyüklerimizin evleri restore edilerek günümüzde gençlerimizin idolleri ola bilirdi. Bizse bunların kıymetini bilemedik. Anne sevgisi de böyle kombine bir sevgidir diye düşünüyorum. Zira vatanımızın adı Anadolu’dur. Hangi ulusun başı belaya girse niye buralara geliyor dersiniz. Yunanistan’a mı gitsin.

Vatan sevgisini mütemmüm cüzlerin yani çeşitli varlıkların varlığı pekiştirmektedir. Biraz da bu açıdan bakalım. Yıkılan taş evlerin taşları çok uzunca yıllardan beridir olgunlaşmış, kıymeti oldukça artmıştı. Bu taşların kıymetini bilemedik. Ürgüp’de Göreme’de turizimde değerlendirilmek üzere yağma malı gibi satılıyordu. Kim bilir bu taşlar çöp olarak mı görülüyordu diye düşünmekteyim. Devlet malıda olsa Millet malıda olsa aynı kapıya çıkar.

Yöremiz, çok değişik taşların olduğu adeta bir taş cennetidir. Bu yöremizi kıymetlendirmektedir. Taş ocaklarında taşlar azalsa da günümüz mimarisinde pek kıymeti kalmamış gibidurmaktadır. Günümüzde sarı taş makinalarla kesildiği için uzurca sir süre doğada kendine getirilmesi gerekmektedir. Sizinle Kurşunlu camii de kullanılan taşların kullanılmasını anlatayım. Yina aynı sarı taş ocaklarında kesilen taşlar Borus çayında suya bırakılırmış. Kıvamını almış taşlara bir şeyler olmaz. Sonradan yapıda kullanılırmış. Günümüz Kurşunlu Camii yeni yapı gibi durmaktadır. En az 300 yıllık ve hiç çimento kullanılmamış. Henüz bitirilmeyen taş ocaklarına sahip çıkmamız gerekir diye düşünüyorum.

Hışırın (Ponzanın) Kıymetini bilelim. 50 Kusür sanayide kullanılmaktadır. Yarı mamül ürünü briket bile bir çok insanımızı istihdam etmiş, bu işle uğraşan bir çok işletme de mevcuttur. Bazı ülkeler pomza ihracaatını yasaklamışlardır. Pomza kullanan unsurlar Türkiye pazarına yönelince ham maddede doğal olarak ihracaat artmıştır.

Suyun kıymetini bilelim. Nevşehir çok eski değil 40-50 yıl öncelerine kadar bir su şehriydi. Borus Çayının suyu tertemiz akar, 30 kusür su değirmeni dönderirdi. Bağlarda sarnıçlar vardı. Vadideki pırarların haddi hesabı yaktu. Keyşin suyu vardı hepsi yok oldu. Borus Çayını besleyen su çanağı bilmem kaç yüz bin yılda oluşmuş, İnsanımız bu suyu aynı bir miras yedi gibi 20-25 yılda bitirmeyi başarmışlardır. Zira Misli Ovasında 5 metreden çıkan su 450 metrelere indi. Kellah ve Mazı gibi gibi köylerimizde de önceden 5 metreden çıkan suyun 500 metrelere indiğini söylemişlerdi. Efendim hani su hayattı. Suyun önemini çevre insanımıza anlattığımızda ise;” Ekmaamizinen mi uğraşıyon.” Demeleri oldukça üzücüdür. Hani alternatif tarım vardı. Hani çiftcimize tarımcımıza yollar gösterilecekti. Bir köylüm bana ;”Alım garantisi versinler, ne isterlerse tarımını yaparız.” Demişti. Tarımda kullanılan devasa suların kıymetini bilemedik.

Nevşehir’in Taşlıbel Mevkii (Güzelyurt Mahallesi) Su hazinesi gibiydi. Ne yapıldı! Bu arazi önce çöplük olarak kullanıldı. Doğal ki suyun yapısı bozuldu. Çöplüğü buradan Karatepe bayırına taşıdılar (Şıkşıkı bayırı) Efendim orada da su vardı. Elimizdeki kıymetleri heba edip kıymetini bilemedik. Bir şeyin kıymeti ancak gidince anlaşılıyor. Karar vericileri de halk seçiyor. Lâkin sorgulamıyor. Nevşehir’de su ile ilgilenen bir kurumun olup olmadığını bilmiyorum. Nevşehir’de su sorunu çok uzun yıllar öncesine dayandığından kimseyi de suçlamıyorum.

Eskiden yöremiz ormanlarla kaplıymış, bizim nesiller hiç görmedi. Yöremiz bitki florasına inanın kıymet biçilmez. Bu konuda çalışmalar da yapılmıştı. Bazı endemik türler kaybolmak üzeredir. Literatör kırmızı çizgide, nesli tehlikede diye botanikçilere veya bizim gibi meraklılara bildirir. Umarım yok olmazlar.

Anne sevgisi bakın bizi nerelere kadar götürdü. Bu anlatımda inanın bir arpa boyu kadar bile değildir. Sevmek, saygı duymak hem kendimize şifa hem insanlığa şifadır. Kutsal inancımızın da inanın anahtarıdır. Efendim ne olursak olalım önce iyi bir insan olmaya çalışalım.