SAHAF  DEYİP DE, GEÇME  !

‘’ Oğlum, bak, bu dergileri saklayın. İlerde değerleri çok artacak. Koyun dolaba, kitaplarınızla birlikte, dursunlar.’’

Babam Öğretmen Şükrü Bey sık sık söylerdi bunu.

Her gün, Nevşehir’den gelirken Cumhuriyet getirirdi. Dergi olarak haftalık Akis, Akbaba, Hayat, Tef-Karikatür, Dolmuş dergilerini izlerdik. Aylık dergi olarak Tarih-Coğrafya Dünyası, Bütün Dünya…

Her yayın yepyeni sevinçler, mutluluklar yaratırdı bende. Sanırım bencil de değildim. Arkadaşlarıma önerirdim, okumaları için verirdim. Emmimoğlu Hüseyin başokuyucusuydu onların.

Şimdi , 65-70 yıl öncesini düşünüyorum da, babamın önerilerini dikkate almadığımı, içim yanarak anımsıyorum. Kafamızda kavak yelleri eserdi. Evet, okumayı seviyordum ama, çocukluktan gençliğe geçiş evresinde başka başka tadlar, hevesler başlamıştı. Büluğ çağının romantizmi aklımızı başımızdan alıyordu. Bu arada bazı dergiler de tutuşturacak olarak sobada yakılmış olmalı.

1963 yılı eylül ayı idi. Ankara’dan Yücel Ağabeyim gelmişti. Birkaç gün kaldıktan sonra dönecekti. Birden bir düşünce beni sarstı. Ankara’yı görmeyi çok istiyordum. Yanında, onunla oraya gidebilir miydim? Lise son sınıfa geçmiştim ve daha okulda dersler başlamamıştı.

Ankara, yoğun trafiği, dağdağasıyla beni etkiledi. Cep harçlığım öyle fazla değildi. Dönüş biletimi aldıktan sonra, harcayabileceğim tutarda az para kalmıştı. Kocabeyoğlu Pasajı vardı Kızılay’da. Ağabeyim beni oraya götürdü. Kitaplar, dergiler, eski gazete ciltleri. Özümü başka bir dünyada buldum. Eski kitap kokusu…Adını bilip, elde edemediğim dergi koleksiyonları…Orada saatlerce vakit geçirebilirdim. Sadece tek bir kitap alabildim cep harçlığımla . Edebiyat öğretmenimiz Kemal Abbas Altunkaş’ın övdüğü, önerdiği kitap : Macaristan’da Türk Aleminden Çizgiler.

Bir yıl sonra, 1964’te artık üniversite öğrencisi olarak DTCF’ye devam ediyordum. Haftada iki, üç kez Kocabeyoğlu Pasajı sahaflarına uğruyor; yarım saat, bir saat kitapları tarıyor, araştırıyordum. Elime Azerbaycan ile ilgili dergiler geçmişti. Onları alabildim.

Arkadaşlarım Kızılay bulvarlarında gezerken, maç seyretmek için Stadyum’a giderken ben oranın ‘’müdavimi’’ olmuştum.

Yılmaz Öztuna’nın Türkiye Tarihi serisi çıkmağa başlamıştı. O güne göre nitelikli kağıda, temiz baskılı…Hayat yayınları. Tanesi 7.5 TL…Aldım, okudum. Fakat, bu arada param bittti. Babam da göndermeyi geciktirince aç kaldım. Kitabı aldığım sahafa götürdüm. Bekliyorum ki, aldığım fiyattan ödeme yapsın. 2.5  TL ödeyebileceğini söyledi. İtiraz edemedim; razı oldum. O parayla gidip bir aşevinde tek öğün yemek yiyebildim.

Demek, sahaflığın raconu buydu. Elbet, onlar da bol para kazanamıyorlardı, fakat anladım ki, işler sanıldığı gibi iyi gitmiyor. Aldığım kitaptan 5 TL zarar etmiştim. Yılmaz Öztuna serisi böylece son buldu.

Öğrencilik bittikten sonra da sahaflarla ilişkilerim sürdü. Artık, düzenli bir gelirimiz vardı ve kolayca ödeyebiliyorduk sipariş verdiğimiz kitapların, dergilerin bedelini.

Yurt gezilerimde daima sahafların olup olmamasını merak ettim. Siirt’te, Çorum’da, Cide’de, Antakya’da,  hiç umulmadık yerlerde karşıma sahaflar çıktı. Vakit dar olsa da, onlarla yarenlik yapma olanağı buldum ve aldığım bilgilerle mutlu oldum.

Diyarbakır’da Musa Dinç…Sağlık eğitmeni, gülmece yazarı ve sahaf.  Emeklilik öncesi, her cumartesi uğradığım, ıhlamur içerek yarenlik ettiğim, kitapları taradığım mekandı burası. Avukat İhsan Biçici’nin, halkbilimci Şevket Beysanoğlu’nun kitapları oraya verilmişti. 1950’li yılların popüler Resimli  Tarih Dünyası dergisinin 7 ciltlik tam takımını bana Musa Dinç öğretmenim armağan etmişti. Ortaokul ve liselerde öğrenemediğimiz tarih konuları o ciltlerin içindeydi. Ürgüp’teki evimde duran o kolleksiyonu her yaz dinlencesinde yeniden taramak, bazı seçilen makaleleri okumak , sevgili arkadaşıma minnet duyarak, sonsuz bir tad veriyor bana

Fırat Üniversitesi’nde görevliyken mektuplaşma yoluyla sahaflardan National Geographic Magazine’in eski sayılarını getirtiyordum. Onlara bir ‘’servet’’ ödemişizdir. Her sayıda kesinlikle bir iki makale bulunuyordu okunacak. O eski sayılardan çevirdiğimiz Jean Shor- Frank Shor makaleleri bizi daha sonra kitap sahibi yapacaktı ( Dicle Üniversitesi-2000 ).

Bu arada düş kırıklıkları da yaşamışızdır. Sipariş verdiğiniz dergiler size ulaşır. Fakat,  incelediğiniz zaman görürsünüz ki, bazı sayfalar tümüyle koparılmıştır, bazı resimler  jiletlenmiştir. Ödediğiniz para boşa gitmiş demektir. Kızsanız da yapılacak bir şey yoktur. Belki sert bir anlatımla yazdığınız düşünceler mektupla o sahafa ulaştırılır, o kadar.

Mersin’de bir sahafta sevdiğim bir karikatür ustası olan Cafer Zorlu’nun albümünün olduğunu gördüm. Bu arada kendi kitaplarımdan onbeş tanesini de adreslerine gönderdim. Albüm geldi, bir açıklama vardı. Bizim kitaplarımızın toplam bedeli bir karikatür albümü karşılığı etmiyordu ve ek para göndermem isteniyordu. Albümün parasını ödedim ve o kızgınlıkla kitaplarımın tamamını geri göndermelerini istedim.

Bazı olumsuz durumlara karşılık diyorum ki  ‘’İyi ki, sahaflar var. Sahaflık yaşıyor.’’

Basında kimi yazarların karamsar yazılarını okuyorum. ‘’Shaflık ölmedi; can çekişiyor.’’

Bu, benimsediğim, kabul ettiğim bir görüş değil.

Sahaf, yayınları toplayan, ilgilisine ikram eden bir ekin-eğitim emekçisi…İşlevleri pek önemli.

Günümüzde , emeklilik yaşamımda, en çok vakit geçirdiğim yerlerin başında kütüphaneler kadar sahaflar geliyor. Yılda bir ay kadar yaşadığımız İstanbul bir sahaflar cenneti. Acıbadem’den yürüme mesafesinde, sokak aralarında, hiç ummadığınız yerlerde sahaf dükkanları karşınıza çıkıyor. Artık arayıp bulmak da kolay. Kayıt altında, bilgisayara işlenmiş. Yazar adını ya da kitap adını söyleyince olup olmadığı görülüyor.

Üsküdar, Kadıköy, Beyoğlu, Beyazıt…İstanbul’un cazibesi budur. Elbet Adalar’a gitmeyi de, Boğaz turunu da seviyoruz. Fakat avara kasnak gibi İstiklal Caddesi’nde volta atmanın anlamı var mıdır?

Bir kenti çekici kılan ögelerin başında sahaf dükkanları gelir düşünceme göre.

Sahaflık bitmez. Sürer gider…Sürmesi de gerekir.

26 Nisan 2023