KONMADAN KONUŞAMAYIZ...
İnsan toplumsal ve kültürel bir varlıktır. Tek başına “insan olmak” ve “insan kalmak” hem imkansızdır hem de anlamsızdır. Yaşadığımız çağ bir yönüyle “hız çağı”dır. Hayat öylesine akıyor ki bir Kızılderili hikayesinde ifade edildiği gibi ruhumuz hep geride kalıyor. Bu şartlarda kendi akıl, ruh ve beden bütünlüğünü korumakta zorlanan insanın, diğer insanlarla sağlıklı bir iletişim ve uyum içinde olması zaten imkansızdır. Halbuki hayatta kalmak, toplumsal varlığımızı korumak ve sürdürmek için birimizi görmek, birbirimizi duymak, birbirimizi anlamak zorundayız. Bu amaçla da önce karşılıklı olarak konmaya ardından da konuşmaya ihtiyacımız var. Çünkü konanlar birbirini gördükleri için konmuşlardır. Karşılıklı konanlar ise önce karşılıklı konuşur, sonra karşılıklı anlar en sonunda da karşılıklı olarak anlaşırlar. Aksi durumda hep birbirlerini ıskalarlar.
Sağlıklı iletişimin, birbirimizi anlamanın yolu, eylemsizlik gibi gözükse de karşılıklı “konmak” (konuşmak) şeklindeki bu eylemde gizlidir. Ne yazık ki konmak hız çağı insanının en sevmediği kelimelerdendir. Hep bir şeylere geç kalma korkusu, hep bir şeylere yetişme telaşı, hep bir şeyleri kaçırma paniği halindeki insan, kendisini de sevdiklerini de hayatı da ıskalar. Ve acı son, telaşlı bir trafiğin içinde, hızla ilerleyen bir ambulansın acı siren sesi eşliğinde yakalar bizi. Sevdiklerimize veda edemeden… Halbuki konmak (konuşmak) toplumsal bir varlık olan insanı hayatta tutan, umutsuzluk, çaresizlik ve yalnızlık girdabına sürüklenmekten koruyan büyük bir tutamaktır.
Tarihte, bu konuda bebekler üzerinde yapıldığı iddia edilen insanlık dışı bir deneyin korkunç ve bir o kadar da ders niteliğindeki sonuçlarından kısaca söz edeceğim. Böyle bir deneyin yapılıp yapılmadığı ve bilimselliği konu dışıdır. Bir hikâye olarak da değerlendirebilirsiniz.
Doğdukları andan itibaren kendileriyle hiçbir sözlü iletişim kurulmayan bebekler bir arada tutuluyor. Her türlü beslenmeleri ve bakımları yapılıyor ama bakıcılar, bebeklerle kesinlikle hiçbir sözlü, fiziksel ve duygusal iletişim kurmuyorlar. “Dil yoksunluğu” adı verilen bu deneyin amacının “bebekler bu şartlarda büyürlerse hangi dili konuşurlar?” sorusuna cevap bulmak, dilin ve insan doğasının temellerini keşfetmek olduğu söyleniyor. Kan dondurucu bu deney, cevap bekleyen sorulara dair hiçbir cevap vermeden son buluyor. Çünkü deney başladıktan birkaç ay sonra denek bebeklerin tamamı trajik bir biçimde hayatını kaybediyor.
Tarihte yapılan ya da yapıldığı iddia edilen bu tür deneylerin gerçekliği tartışmalıdır ama şunu biliyoruz ki sevgi ve sağlıklı iletişim insanlar ve toplumlar için hava, su ve besin kadar hayati öneme sahiptir. Bu nedenle modern hayatın baş döndürücü hızının, bir merkezkaç kuvveti ile irademizi elimizden alıp bizi içine hapsetmesine asla izin vermeyelim. Kendimizle, ailemizle, sevdiklerimizle ve toplumla sağlıklı iletişim kurmak için önce konalım sonra da konuşalım. Çünkü konmadan konuşamayız.
23 Mayıs 2025
Mehmet BİÇER